Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yaşamıma baktığımda gerçeklik ile ilgili pek bir şey düşünemediğimi görmüştüm. Felsefi olarak açıklamak gerekirse Taeyong'a dokunabiliyordum, sesini duyabiliyordum ve o gerçekten gerçekti ama biz böylesine beraberken sanki o benim hayal ürünüm gibiydi. Bazen oturup onun gerçek olup olmadığını düşünüyordum, ya benim kafamdan uydurduğum biriyse?
Öyle olmadığını, kanlı canlı biri olduğunu biliyordum ama engel olamıyordum kendime. Hiçbir şey yaşanmamıştı sanki, beş yılım heba olmamıştı. Yıllardır Taeyong'la berabermiş gibiydim ama değildim işte. Keşke olsaydık diye iç çekmekle yetiniyordum sürekli. Keşke daha önce tanısaydım onu, keşke daha çok vakit geçirseydim onunla. Bu yüzden de dibinden ayrılmıyordum. O nereye giderse ben de onun peşinden gidiyordum. 24 saatin 48 saatini onunla geçirmek istiyordum ama bu imkansız olduğu halde terapide gibiydim.
Pek takmıyordum bir şeyleri artık, elbette korkularım vardı ama geceleri ortaya çıkıyorlardı sadece. Bununla baş etme yöntemim de sarılmaydı. Taeyong bana sarıldığı anda içimdeki tüm olumsuz duygular uçup gidiyordu. Mesela ellerini belime sarıyordu, ben de ellerimi ellerinin üzerine koyuyordum. Sonra sıkılıp ben ona dönüyordum ve kollarımı boynuna sarıyordum. Sonra dudaklarını boynumu buluyordu ve bu döngü böyle devam ediyordu.
Taeyong'un boynumla ne derdi vardı bilmiyordum. Ev gibi hissettiriyor demişti ama arkasında başka anlamlar da vardı bence. Sürekli boynumu öpüp duruyordu, dudakları dudaklarımdan çok boynumdaydı. Hoşuma gitmiyor değildi ama ben onun için özel bir yer belirleyemiyordum. Boynunu öpmüyordum mesela, onun gibi bir şeyi kendime hedef belirleyemiyordum. Belki, dedim iç çekerek. Belki kalbini öperim. Her şeyden daha özel nasılsa.
Ellerim saçlarında turlarken uyuyakalmış olduğunu düşündüm. Sesi çıkmıyordu, arada bir sımsıkı tuttuğu elimi öpüyordu ama şu an onu da yapmadığına göre uyuyakalmıștı. Bir an için onun dizlerinde uyuduğum gece geldi aklıma. Balkondaydık, hava soğuktu ama o soğuğa rağmen içim sıcacıktı. O zamanlar sebebini anlayamamıștım. Sadece huzuru hissetmiştim. Her ne kadar yabancı olsak da ona yakın hissetmiştim kendimi ve buna istesem de engel olamazdım.
Geleli 5 gün kadar oluyordu. Pek bir şey yapmıyorduk, bir şey lazım olduğu zaman Taeyong bir köy(?) aşağıdaki minik markete gidiyordu. Her ne kadar ormanlık alanda olsak da buradan sonrası köye ve ardından da şehre açılıyordu. Gün boyu oturuyorduk. Uyuyorduk, yerde yuvarlanıyorduk ve birbirimizi öpüyorduk. Beraber yemek yapıyorduk.
Dağ evimiz küçüktü. Kapıdan girdiğiniz gibi sağınızda karşı karşıya iki kanepe ve duvara yaslı televizyon vardı. Mutfak bile yoktu diyebilirdim, minik bir tezgah, yatak odasının kapısının hemen yanında bir buzdolabı vardı. Masa ise minikti ve tezgahın önündeydi. Biz genelde yemeğimizi yerlerde sürünerek yediğimiz için masayı kullanmıyorduk.
"Uyudun mu?" dedim yüzüne eğilmeye çalışarak. Ses gelmedi. Anlık korkudan elimi burnunun önüne tutarken nefeslerini hissetmeye çalıştım ama nefesi yerine dudaklarını avucumun içinde hissettim. "Ya," dedim elimi ondan kurtararak. "Böyle şakalar yapma."