2- middle of the night.

575 80 5
                                    

Koşuyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Koşuyorum.

Buz gibi havada sırf biraz olsun özgür olduğumu hissedebilmek için koşuyorum. İnsanlar ne der umrumda değil, koşuyorum.

Koşuyorum.

Üzerimde mavi pileli bir elbise, bileklerimde takılar ve uçuşan saçlarım. Terlemișim.
Bacaklarımı çizen kuru otları umursamadan üzerlerine basa basa ilerliyorum. Sağ elimle saçlarımı geriye ittirdim ve derin bir nefes aldım. Az kaldı.

Neden koştuğumdan ya da kaçtığımdan haberim yoktu. Sadece kaçıyordum. Amacım uzaklaşmaktı, kaçmak değil. Her şeyden uzaklaşıp biraz da olsa kendimi rahat hissetmek. Olmayacağını bile bile  yapıyorum ya, kendime acıyorum. Damarlarımda dolaşan kanın sadece şu an bu kadar hızlı attığını biliyordum. Bir daha böyle bir şey yapamayacaktım belki de, bu ilk ve sondu. O evde yaşamaya mahkûmdum. Her zaman da öyle olmuştu zaten, mezarım bile o ev olacaktı belki de. Doğduğum evde ölecektim. Ya şimdi kaçıp geri dönmeyecektim, ya da birazdan bir daha gitmemek üzere o eve geri dönecektim. Peki hangisiydi gerçekleşecek olan?

Otobana çıktım, kalbim belki de hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Yol bomboștu. Bunun beni sevindirmesi gerekirken korktum. Sağdan, soldan ya da arkamdan gelebilecek herhangi bir ses, darbe benim sonumdu. Bunun olmasını istemiyordum işte. Sevmiyordum o evi. Oradaki kimseyi sevmiyordum. Onu sevmiyordum. Annem denen o şahsı sevmiyordum. Sevemezdim de, olaylar bu raddeye gelmişken kimseyi sevemezdim. Onlara yakın olup taviz veremezdim. O zaman asıl son gelirdi ve beni kimse kurtaramazdı.

Gecenin bu saatinde pek araba yoktu ama hesaplarsam 5 dakikada bir araba geçiyordu. 10 saniye sonra yakalanırsam araba beklememin bir anlamı olmazdı ki. Hem, gecenin bu saatinde kim beni arabasına alacaktı ki? Evine mi götürecekti, yemek mi yedirecekti? Asla.

Sadece tek istediğim ondan uzaklaşmaktı. Ondan ve ailesinden. Kimliğinden ve kalbinden. Bana bir kere daha sevgilim demesini istemiyordum mesela, midem bulanıyordu. Belki de ondan nefret ettiğim kadar kimseden nefret etmiyordum. Gerçi ona karşı hiçbir duygu beslememem lazımdı ama nefret de bir duyguydu ve ben de bir şeyler hissediyordum ona. Nefret, daha ne olabilirdi ki? En azından sevmiyordum. Bu da benim için bir artıydı.

Sadece yola bakıyordum, bir araba geçmesini bekliyordum. Belki de kurtarıcımı bekliyordum. Tanrı'dan umudumu kesmiştim ben. Yolumu kaybetmiş bir yolcuydum. Kanatlarım kırıktı, gören kimse yardım etmiyordu. Umutsuz bir yolcuydum. Şuradan bir araba geçse nasıl olurdu mesela? Gelen kişiyle gittiği yere gider, sonra da kendi hayatımı kurardım. Bir işe girer iyi kötü bakardım kendime. Pansiyonda kalırdım, eve gerek kalmazdı. Karnımı doyursam yeterdi. Kıyafet istemiyordum çünkü o evde istediğim kadar kıyafete sahip olmuştum. Ben artık sahip olamadıklarımı istiyordum. Sevgi istiyordum karşılıksız sevgi. Bir aile, bir anne. Tanrı'dan tek isteğim buydu ve biliyordum ki isteğimi yerine getirmeyecekti. Nasılsa ondan umudumu kesmiştim.

Derin bir nefes alıp elbisemi aşağı çekiştirdim. Kısa değildi ama rahatsız ediciydi. Açık kalan saçlarım beni terletiyordu. Sol elimle alnımı ovuștururken etrafa yansıyan ışığı gördüm. Belki de kurtulacaktım. Belki. Benim hayatımda hep ihtimaller vardı. Sonu belli olmayan ihtimaller, bir yola çıkan ama sonunda bir uçurum olan yol.

Başımı kaldırdım. Araba tam karşımda durdu. Bu siyah 1980 model Loda arabadan başka bir şey yoktu etrafta. Dağlar, gökyüzü, Tanrı ve ben. Bir de arabanın içindeki kişi.

Karşımdaki cam yavaşça aşağı inerken cama doğru uzanmış birini gördüm. Bana biraz garip, biraz da meraklı bir ifadeyle bakıyordu. Yutkundum, konuşmamı bekliyor gibiydi ama ilk önce kendisi konuştu.
"Gecenin bu saatinde neden evinde değilsin?"

Neden mi?

Çünkü ev diye adlandırılabileceğim bir ortama sahip değildim. Orası siyah bir kutuydu sadece. Perdeleri yoktu. Peki ne diyecektim ona?

"Gitmem lazım." dedim hızlıca. Saniyeler birbirini kovalıyordu ve birazdan kovalanan ben olabilirdim. Sağ kaşı havaya kalktı ardından uzanıp kapıyı açtı. "Nereye?"

"Herhangi bir yere." Aceleci tavrıma karşı yüzünü tekrar şüphe esir alırken arkama baktım. Gelmemeliydi. "Gel, bir yere oturur anlatırsın o zaman." Teşekkür ettim ilk defa Tanrı'ya, açtığı kapıyı çekip koltuğa otururken burnuma ilk gelen şey arabadaki yoğun karanfil kokusu ve arka planda çalan 70'ler müzikleriydi. Camı kapatıp arabayı tekrar çalıştırdı. "Tayland'a gidiyorum." dedi arkasına rahatça yaslanıp.

"Sen nereye?"

"Kaçıyorum." dedim başımı eğerek. Bir yabancıya içimi dökme fikri, gecenin bu saatinde başkasının yanında olmam fikri beni nedensizce ürkütüyordu. Çünkü istemesem de oradaki sessizliğe ve oradaki lanet insanlara alışmıştım. Beni bulurlarsa düşüncesi aklımı yiyip bitiriyordu.

"Kimden?" Alt dudağımı dişlerken ne diyeceğim konusunda kararsız kaldım. Kimden kaçıyordum? Onlardan mı diyecektim? O insanlardan? O şahıslardan?

"Onlardan." dedim gözlerimi kapatıp. O evin anıları gözümün önüne geliyordu. Ağlamak istiyordum ama bu kişinin yanında olmazdı.

Bana döndü, birkaç saniye beni inceledi belki de, iç çekerek önüne döndüğünde direksiyonu sıkıca kavradığını fark ettim. Başımı kaldırmak istemedim, öylece durdum. O nereye giderse ben de onunla gitmek zorundaydım çünkü başka güvencem yoktu.

Şimdilik ona güvenmek zorundaydım.

Love Me The Way You Love YourselfHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin