Ben sadece sevmek istemiştim. Sevmek ve sevilmek.
Ama bunun acı olduğunu anlayacak kadar olgun değildi zihnim. Daha 20 yaşındaydım o zaman ve hayatın gerçek yüzüyle yeni yeni tanışıyordum. Bana hayatı öğretecek kimse de yoktu ya. Düşmüştüm ve ellerimin içi toprak, kum olmuştu. Kalkmak için destek aldığımda acıtıyordu.
Acı neydi ki gerçekten? Fiziksel olarak hissettiklerimizi acı olarak görmezdim mesela. İçinde yaşadıkların asıl acıydı. Yakardı ama ne yaparsan yap geçmezdi. Bu da öyleydi işte, yakmıştı ve geçmemişti. Ben de çareyi kaçmakta bulmuştum. Korkularımdan kaçmıştım ama ileride daha büyükleriyle karşılaşacağımı bilmiyordum.
Elimden tutan kimse yoktu. Belki ellerim yara olduğu içindi, belki de beni sevmedikleri için. Ama dedim ya, ben sadece sevgi istemiştim. Ailemden, annemden görmediğim sevgiyi hep başkalarında aramıştım. Onu seven kalbim bir süre sonra kanamaya başlamıştı ve sebebi de oydu. Şu an yanıma gelse geri gider miydim onunla beraber?
Eğer her şeyin geçeceğini, beni seveceğini ve annemin bana kızım diyeceğini bilseydim evet, hiç düşünmeden giderdim. Hatta beni sevmese de sırf annem için geri dönebilirdim oraya ama olmayacaktı, biliyordum.
Fool me once, fool me twice
Are you death or paradise?
Now you'll never see me cry
There's just no time to dieGözlerimi kapatmış müziğe eşlik ederken - bu fiziksel olarak değil zihinseldi, galiba duygusal da denebilirdi. Sonuç olarak aklımda şarkının sözleri dönüyordu ama dudaklarım kıpırdamıyordu.- Taeyong müziği kapatmıştı. Gözlerimi açıp yüzüne bakmadan önce havanın simsiyah olduğunu gördüm. Birkaç yıldız da vardı, eminim ki şehir dışında olsaydık bundan daha fazlasını görebilirdik.
"Geldik." Taeyong arabanın içinde yanan ışıkları kapatıp aşağı inerken ben de bekletmemek için kucağımda uyuklayan kediyle beraber aşağı indim. Saat 10 gibiydi, marketten aldıklarımızı yerleştirir ve uyurduk.
Taeyong bagajı açıp iki büyük poşeti alırken ben de arkasından ilerledim. Ten'in evi iki katlı ama küçük bir evdi. Zaten tek kişi kalan birine göre büyük bile sayılırdı. Ben olsaydım korkardım ama o korkmuyordu tek başına yaşamaktan. Belki o da alışmıştı, kim bilir?
Üst kata çıkıp bakmamıştım ama tahminimce bir yatak odası daha vardı. Alt katta da klasik şeyler işte. Taeyong kapının önünde durup bana baktığında ben de ona baktım. Bir şey bekliyor gibiydi. "Ne?"
"Anahtar cebimde." Elleri dolu olduğu için kapıyı açamazdı ki, anlayıp hemen kediyi sol elime aldım ve sağ elimle anahtarı aldım ceketinin cebinden. Elim bir kutuya değmişti ama ne olduğunu sorgulamak için uğraşmamıștım. Hızlıca kapıyı açıp Taeyong'un geçmesi için geriye çekilirken o da hızlıca mutfağa gitmişti. Benim ilaç poşetimi de kenara bir yere sıkıştırmıștı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Me The Way You Love Yourself
FanficChoi Lea, bir gece yarısı yaşadığı evden ve insanlardan kaçar. Karşısına çıkan genç ise onu 'o insanlardan' korumaya söz verir. ❁ ⇁ lee taeyong + girl, angst © jieiee [tamamlandı] ☇ hayrankurgu #698 kapak tasarım: @cherriolet all rights reserved