Ses.
Sesler ne ifade ederdi bizim için? Sevdiğimizin sesine ölene kadar katlanırdık ama tahammül edemediğimiz sesler vardı. Peki ya ben? Tahammül edemeyeceğim kadar ses işitmiș miydim ömrüm boyunca?
Araba sesleri kulaklarımdan girip beynimi işgal ederken baş ağrım kendini belli etmişti yine. Taeyong eczane ararken sadece boş gözlerle etrafı izliyordum. Burası bana yabancıydı. Gerçi her yer yabancıydı bana, bu kalabalık içimi daraltıyordu.
"Doktoru duydun, düzenli yemen lazımmış." Başını ileri uzatarak etrafa baktığında başımı salladım ama gözlerim yüzünden ayrılmadı. Göz altları şişmişti ki yüzde doksan ihtimalle uykusu olduğu içindi. Uyumamıştı zaten gece boyu, bir yere gidip yatması iyi olurdu.
"Uyumayacak mısın?" diyerek ben konuştum bu sefer. Sağ kaşı havaya kalkarken iç çektim. "Neden sordun?"
"Yorgun gözüküyorsun." dedim sakin sesimle. Zaten pek yüksek sesli konuşmazdım, hep sessizdim.
"Bir pansiyona girip uyu ve ben de-"
"Nereye gitmeyi düşünüyorsun?" Sorusu bileklerimi bir jilet misali keserken yutkundum. Nereye gidebilirdim ki? En basitinden buraya yabancıydım. Param yoktu. Ama sürekli Taeyong'un yanında kalamazdım ki kalmam demek ona borçlanmam demekti.
"İlaçlarını aldıktan sonra bir pansiyona gideriz. Güzelce dinleniriz ve sakin kafayla her şeyi düşünürüz."
Her şeyi.
Ona her şeyi anlatacaktım, onu anlatacaktım ve beni kurtaracak olmasa da bilmesi kendini rahatlatması için yeterdi. Oturduğum yerde dikleșerek boğazımı temizledim.
"Bir liste hazırlayalım. Benim için ne kadar harcadıysan hesabını tutalım ve işe girip maaşımı aldığımda da sana ödeyeyim." Dışarıdan bakıldığında gayet mantıklı bir şeydi ama kendisi öyle düşünmüyor gibiydi. Sola saparken bana baktı ve ardından gözlerini devirdi.
"İlk önceliğin canın olmalı bence."
Canım?
Kaşlarım çatılırken iç çektim ve sağda gördüğüm eczaneyi ona gösterdim. "Orada bir tane var."
Başını sallayarak arabayı park etti ve bana döndü, ardından da kemerini çıkarttı. "Gelirim 5 dakikaya." Başımı sallayarak ona onay verirken gerildiğimi hissettim. Bunun sebebi arabada tek kalacak olmam mıydı yoksa gidişi mi?
Arabadan indikten sonra müzik çaları açıp rastgele bir şarkı seçtim.
He says "Save me, save me."
She says "Maybe, maybe."Gözlerimi kapatırken şarkıyı bilmediğimi fark ettim. Zaten pek şarkı bilmezdim. Kendi nefesimi bilirdim bir tek. Yağmur yağıyordu, cama su damlaları vuruyordu. Ellerimle ritim tutarken onu düşündüm. Ya peşimden birini yollamışsa ve yalnız kaldığım anda beni yakalarsa? O zaman ne olurdu?
Tahmin edemiyordum. Sonuçta nasıl biri olduğu belliydi ve ben onun yalanlarına kanmıştım. Başka bir yalana daha tahammülüm olmazdı, olamazdı. İnanamazdım.
Ta ki Lee Taeyong'un yalanına gönülden inanana kadar.
Elindeki poşetle gelirken yüzündeki ifadeyi çözemiyordum. Korku, gerginlik? Korkacak ne vardı ki etrafında? Benim gibi tehlikede değildi en azından.
"Nereye gidiyoruz şimdi?" Arabayı çalıştırırken sorduğumda önündeki navigasyona bakmıştı. "Pansiyona gidelim. Dinlendikten sonra ne yapacağımıza bakarız." Başımı sallayarak onay verdiğimde kendi kafamdan para hesabı yapmaya başlamıştım bile. Kucağıma bıraktığı poşeti açarken içindeki kutu kutu ilaçlarla göz göze geldim. Bunlar bile midemin bulanmasına yetmiști. Taeyong'un saçları ıslanmıştı yağmurdan, ama buna rağmen üşümüş gibi durmuyordu. Omuz silkip önüme döndüm.
Sonunda bir pansiyonun önünde durduğumuzda benden önce Taeyong arabadan indi ve bagajdan bir poşet aldı. Büyük ihtimalle kıyafetleri vardı. "Gel." O önden, ben peşinden ilerliyordum. Büyük adımlar atıyordu ve ben onun arkasında kalıyordum.
Sonunda pansiyona girdiğimizde büyük ihtimalle ayrı oda alacak derken iki yataklı bir oda alıp merdivenleri çıkmaya başladı.
"Neden ayrı almadın?""Gecenin bir vakti enselenirsen suçu bana atma diye." Sürekli şifreli konuşması sinirimi bozsa da sesimi çıkartmıyordum. Sonuçta bir şey deme hakkım yoktu. Belki de beni düşünüyordu.
Odaya girdiğimizde ilk işi poşeti bir kenara bırakıp perdeleri çekmek oldu. Oda küçüktü ama ikimiz de sığardık. İyi yatak da yan yanaydı ve aralarında bir adım mesafe vardı. Mesafeyi artırabilirdim. Sabah olduğu için etraf aydınlıktı, en azından kalın siyah perdeleri örttüğünde daha iyi bir uyku ortamı sağlamıştı. Arkasına döndüğünde göz göze geldik.
"Cam kenarında yatabilirsin." diyerek banyoya girdiğinde ne zaman tuttuğumu hatırlamadığım nefesimi dışarı verdim. Onun yanındayken çok garip hissediyordum. Güvende ama bir o kadar da tehlikedeydim sanki. Dudaklarımı dișleyerek cam kenarındaki yatağa ilerlerken dizlerimle yatağı biraz daha ittim cama doğru. Üzerimdekiler uyumak için uygundu, saçlarımı geriye atarak yatağa oturdum. O sırada da Taeyong çıkmıştı lavabodan.
Yüzüme bakmadığında belki bir hata yaptım, diyerek ilk ben konuştum. "Şey, iyi uykular." Çıkardığı kıyafetleri poşete geri koyarken üzerine dizlerine kadar gelen bir şort ve kısa kollu tişört giydiğini fark ettim. Başını kaldırıp bana baktı, konuşmak için dudaklarını araladı. Ama konuşmadı. Onun yerine ayakkabılarını köşeye koyup yatağa uzandı.
"Kalktığımızda bir eve gideceğiz. Arkadaşımın evi."
"Ama-"
"Hatırlattığın iyi oldu," diyerek bana döndüğünde kızarmış gözlerini fark ettim.
"Bana her şeyi anlatacaksın, ondan sonrasına bakarız."
Kaşlarım çatılı bir şekilde ona baktığımda gözleriyle köşedeki poşeti işaret etti. "İlaçlarını iç ve yat."
×××
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love Me The Way You Love Yourself
Fiksi PenggemarChoi Lea, bir gece yarısı yaşadığı evden ve insanlardan kaçar. Karşısına çıkan genç ise onu 'o insanlardan' korumaya söz verir. ❁ ⇁ lee taeyong + girl, angst © jieiee [tamamlandı] ☇ hayrankurgu #698 kapak tasarım: @cherriolet all rights reserved