Ailelerimiz birbirleri ile sohbet ederken Cihangir sürekli bana bakıyordu. Bu da benim biraz utanmama sebep oluyordu. Sohbet devam ederken annemin bana gözleri ile işaret etmesi ile anlamıştım kahveleri yapmam gerektiğini. Melis'in koluna hafifçe dokunup ayağa kalktığım da o da benim peşimden kalkıp gelmişti. Beraber mutfağa girip kahve fincanlarını tepsiye dizmiştik. Ben sadece Cihangir'in kahvesini vereceğim için onu da aldığımız özel tepsiyi hazırlamıştım. Kahve makinemiz çift cezveli olduğu için Melis misafirler için olan kahveyi hazırlıyordu. Çok kalabalık olmasak da kişi sayısı olarak fazla olduğumuz için herkese orta şekerli kahve yapacaktı. Bende Cihangir'in kahvesini hazırlamıştım. Şimdi sıra içine koyacağım şeylere gelmişti.
"Ne koyacaksın içine?"
"Ne bulursam." İkimiz de sinsi bir şekilde sırıtmıştık. Biraz karabiber, biraz pul biber, tuz, biraz da toz zerdeçal katıp karıştırdım ve kahve makinesine yerleştirip düğmesine bastım. Melis de diğer cezeveyi yerleştirerek makineyi çalıştırmıştı.
"Cihangir kahveyi içer mi sence?" Diye sordu Melis.
"Hele bir içmesin bak ne yapıyorum ben ona."
"Cihangir'e artık 'Enişte' diyeceğim değil mi?"
"Nasıl istiyorsan öyle söyle. İstersen enişte de istersen adını söyle fark etmez."
"Enişte demek iyi bence yakıştı ona." Biz gülüşürken kahve makinesinden gelen ses ile kahvelerin hazır olduğunu anlamıştık. Melis kahveyi fincanlara böldüğü sırada bende Cihangir'in kahvesini fincanına koymuştum. Kahveler hazır olunca önden ben arkamdan da Melis mutfaktan çıkmıştık. Salona geldiğimiz de Melis büyüklere kahveyi dağıtırken ben de Cihangir'in önüne kahveyi koymuştum. İkimiz de az önce kalktığımız yere geri oturmuştuk.
Gözlerim Cihangir'in üzerindeydi. Öyle yada böyle o kahveyi içecekti. Ona baktığımı farkedince gülümsedi, bende gözlerimle kahveyi işaret ettim. Cihangir ile Özgür önce aralarında bakıştılar ve Cihangir eline fincanı aldı. Bana bakarak kahveyi yavaşça ağzına götürdü ve bir dikişte hızlıca bitirdi. Ona şuan gerçekten acımıştım. Cihangir'in öksürük sesini duyunca hepimiz gülmüştük. Bana 'Görüşeceğiz' bakışı atıp önüne dönmüştü. Sonrasında Selim Baba kahvesinden bir yudum alarak konuşmaya başladı.
"Evet kahvelerimizi de yudumladığımıza göre konumuza gelelim. Sebebi ziyaretimiz belli, Allah'ın emri Peygamber Efendimiz'in kavliyle kızımız Gizem'i, oğlumuz Cihangir'e istiyoruz."
Hepimizin gözleri babamı bulurken vereceği cevabı bekliyorduk. Babam kahvesini yanında bulunan sehpanın üzerine bırakıp cevabını verdi.
"Gençler kendi aralarında anlaşmış, bizlere de hayırlısı demek düşer. Hayırlı olsun, verdim gitti." Babamın sözü ile hepimizin yüzünde gülümseme belirirken hepimiz ayaklandık ve Cihangir ile yan yana geldik. Selim Baba söz yüzüklerini çıkarıp birini bana, diğerini de Cihangir'e taktı.
"Hayırlı olsun." Diyerek kırmızı kurdaleyi tam ortasından kesti. Ben Selim Baba'nın elini öperken, Cihangir de babamın elini öptü. Sırası ile annemlerin de elini öptük. Tabii ki teyzemleri ve Nazoş'u da unutmadım. Melis ile de sarıldık. Büyükler tekrar yerlerine otururken Nazoş, Melis ve ben mutfağa dönerek hızlıca servis tabaklarını hazırladık.
Bazı kız istemeler de yemek olmuyordu fakat bizim aile geleneklerimize göre kız isteme yemekli olurdu. Hazırladığımız tabakları aile büyüklerinden başlayarak dağıttık. Ardından içecekleri de dağıttıktan sonra biz de oturduk. Cihangir benim yanıma oturunca Melis de kalkıp Özgür'ün yanına oturmuştu.
"O kahvenin hesabını sorarım biliyorsun değil mi?" Ona gülerek cevap verdim.
"Valla her şey usulüne uygun olunca onu eksik bırakmak istemedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESARET
Chick-LitHerkesin hayatta bir imtihanı vardı. Gizem'in imtihanı da Cihangirdi. O günden sonra o kadar değişmişti ki hayatı kendi bile şaşırıyordu. Kurtulmak için deneyebileceği tüm yolları deneyecekti. Pes etmek istemiyordu. Ama Cihangir ona esaretten kaçış...