8. Bölüm

2.6K 115 0
                                    


  
   Yüzüme vuran gün ışıkları uykumu bölerken rahatsız bir şekilde gözlerimi kırpıştırdım. Saat kaçtı acaba? Kurmayı unuttuğum alarmla değil de güneş ışıklarıyla uyandığıma göre çoktan sabah olmuştu galiba.

  Miskince eserken baş ucumdaki saate baktım. Dokuzu çeyrek geçiyordu. Demek ki gece dört dönmüş olmama rağmen dalınca iyi uyumuştum. Neyse ki bugün kafeyi açma sırası Ateş'teydi, o yüzden rahat rahat hazırlanabilirdim.

    Gece uykuya dalmadan önce düşündüklerimi hatırlamak gülümsememe sebep olurken istemsizce kıkırdadım. Ben dün Ekim Baran'ı canlı canlı görmüştüm!

  Oyalanmak yerine yavaş hareketlerle ayaklanırken birbirine karışan saçlarımı geriye attım ve lavaboya gitmeden önce küçük dolabıma ilerleyip giyecek bir şeyler çıkarttım.

   Dün gece ortaya çıkarttığım eski dergileri toplarken Ekim'in kapağında olduğu bir taneyi en üste koyarken ise "Bu kadar tatlı olman haksızlık bence." diyerek fotoğrafın üzerinde parmaklarımı gezdirip yerine kaldırdım.

   İşlerimi halledip şiş yüzümü ve solgun tenimi biraz daha insan içine çıkılabilir bir hale getirdikten sonra ise giyinip mutfağa, kızların yanına doğru adımladım.

  "Günaydın!" Hâlâ tam olarak ayılamamış olduğum için yarım ağız bir şekilde esnerken bir yandan da sırıtmamı saklamaya çalışıyordum. "Günaydın şaşkın ördek." Sude, kedi desenli sabahlığı ve arada sırada kullandığı dinlendirme gözlüğü ile salatalık doğrarken Gökçe ise somurtarak yulaf ezmesini kaşıklıyordu.

   Gökçe'nin laf dokundurmasına cevap vermek yerine gözlerimi devirirken dolaptan sütü çıkarttım ve kahvaltılık gevrekle birlikte yemeye başladım. Oldum olası sevmezdim kahvaltıyı. Benim için olmasa da olur diyebileceğim bir öğündü kendisi, bu yüzden de sürekli geçiştirirdim.
Sevmiyordum, bir türlü de sevememiştim.

  "Renk, ne diyeceğim." Sude'nin seslenmesiyle dikkatimi ondan tarafa verdim. "Acaba şu meşhur kekinden mi yapsan insanlara? Hem jest olur, hem de bahaneyle Ekim'i görürsen tanışmış olursun."

   "Kız bu manyak o heyecanla mutfağa girerse kek niyetliyle başlayıp tepsi böreğiyle çıkar! Başımıza iş açma! Ayırca o herife top kek bile fazla!" Ben lafa girme teşebbüsünde bulunamadan araya dalış yapan Gökçe'yle birlikte sabır dilenir gibi bir nefes verdim. Neden etrafımdaki herkes Bakırköy'e yatmaya meyilli gibiydi?

  "G-gerek yok zaten." Ellerimi iki yana açarken inandırıcı olmasını umduğum bir ses tonuyla devam ettim. Gökçe'yi, Ekim'i görmemiş beni fazla etkilemediğine inandırmam lazımdı. Yoksa o pesimist düşünceleri ile asla peşimi bırakmazdı.

   "Ders çalışmam lazım benim." Aslında yalan değildi. Gerçekten de halletmem gereken birkaç şey vardı. Zira son birkaç haftadır sevgili beyin kıvrımlarım borçlar hukuku dersinin notlarıyla derin bir münasebet içine girmiş, bir daha da çıkamamıştı.

   Benim de hayatım böyleydi işte. Dedemi kırmamak için seçtiğim bu yolda kendi kafamı kırmamak için hatrı sayılır bir çaba harcıyordum. Arta kalan zamanlarda da hukuk terimleri sayesinde dinç kalan beyin hücrelerimi uyutuyordum.

   Kulağa nasıl da eğlenceli geliyor, değil mi? Ne mükemmel hayat ama yani!

   Sude'nin söylenmeye devam ederken ağzıma tıktığı salatalık parçasıyla düşüncelerimden koparken kendime geldim. "Bana bak, bir daha denk geldiğinizde de çocuğa öyle bön bön bakarsan Kahve'ye yem ederim seni! Hiç olmazsa bir selam ver, o da eşek değilse cevap verir yani!"  Bir şey söylemek yerine gözlerimi kırpıştırırken ağzımdaki lokmayı yuttum ve ayağa kalktım. Artık gitmem lazımdı, geç kalacaktım.

"Renk! Öğlen iki gibi sınıftan birkaç arkadaşla gelsek yer bulur muyuz?" Kapıya doğru adımladığım sırada Gökçe'nin seslenmesiyle ona dönerken cevap verdim. "Çok kalabalık olmayacaksanız rahat bulursunuz ama istersen yine de masa ayırırım ben."

   
Dudaklarını büzüp birkaç saniye düşündü. "En fazla üç dört kişi oluruz herhalde. Ödevleri karşılaştırmak için buluşacaktık, ben de İncir'i önerdim." Spor ayakkabılarımın bağcıklarını bağlarken anladığımı belirtircesine başımı salladım. "Gerek olmaz o zaman."

  "Kimse beni takmasın zaten! Kimse Sude'yi çağırmasın!" Askıdaki sırt çantamı alıp dışarı çakacağım sırada Sude'nin çemkirmesiyle tekrardan o tarafa döndüm. "Daha dün Acar yüzünden şalteri atan sen değil miydin canım benim?" Devam etmeden önce seslice nefesimi verdim.

   "Ama dünkü doz yetmedi, onun o nur yüzünü tekrar görmek istiyorum diyorsan sen bilirsin yani." Acar'ın ismini duyunca yüzü limon yemiş gibi buruşurken başını iki yana salladı. "Aman kalsın! Ben evimde sakin sakin temizliğimi yaparım." Suratındaki ifadeye gülmeden edemezken muhabbeti uzatmak yerine ayakkabılarımı düzeltip çıktım ve kapıyı kapattım.

   Kafamı kaldırdığımda gözüm karşı kapıya takılırken ise istemsizce yutkundum. Acaba hâlâ orada mıydı? Gece evine gitmiş miydi, yoksa kalmış mıydı? Garipsemiş miydi dünkü halimi?  

   Gerçi... Dikkat etmiş olma ihtimali bile epey azdı. Suratıma bile bakmamıştı sonuçta, onun için alelade bir insandım ben. Dışarıdaki milyonlarca kişiden bir farkım yoktu.

   Yüzüm düşerken daha fazla oyalanmamak adına hızlı adımlarla merdivenlerden inmeye başladım. Dün gece olanları kafamdan atmalıydım, yoksa bugün hiçbir şeye odaklanamayacaktım.

🌸🌸🌸
Lütfen oy vermeyi unutmayın.. ☺️😊

TARİHİ GEÇMİŞ AŞK (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin