30. Bölüm

2.1K 88 2
                                    


   Kızılay Meydanı'nda yürümeye devam ederken kulaklıklarımı çıkarttım ve dakikalardır dinlediğim şarkıları bırakıp kalabalığın kaosuna kendimi bıraktım. Geleli beş gün olmuştu.

    Her gece kızlarla görüntülü konuşuyor, neler olup bittiğine dair bilgi alıyordum. Dediklerine göre Ekim neredeyse her gün Mete'ye gelip gidiyormuş, bir defa kapıda denk gelmişler ve onları iki kişi görünce beni sormuşlar.

    Gökçe bunu anlatırken biraz küfür kullanmıştı gerçi ama pek önemsememiştim. Yoldan geçen birinden herhangi bir farkım yoktu zaten onun için.

   Bizim açımızdan yeni gelişme sayılabilecek bir diğer şey de Sude'nin kafede çalışmaya başladığı sürede Ateş işe iyi anlaşmaya başlaması ve önümüzdeki hafta birlikte dışarı çıkma gibi bir ihtimalleri olmasıydı.

   Ne yalan söyleyeyim, onlarla konuşmak iyi geliyordu. Zira gündüzleri dedemin içini rahatlatmak için onun yanından pek ayrılmıyor; onu, hayatımdaki tek önemli şeyin derslerim olduğuna ikna etmeye çalışıyordum.

    Dün de babamın tarafından kalan birkaç akrabayı ziyaret etmiş; onlara da Ekim Baran ile aramda hiçbir şey olmadığına dair küçük çaplı bir basın açıklaması yapmıştım.

   Şu an ise sabah dedemden aldığım izin ile dışarı çıkmış, Ankara sokaklarında bomboş gözler ve kargaşa dolu bir zihinle dolaşıyordum.

   Günlerdir ne sosyal medyaya girmiştim, ne de haber sitelerini takip etmiştim. Bakmıyordum hiçbirine, Ekim hatırlatacak en ufak şeyden bile uzak duruyordum. Bunu şu an kendime ve dedeme borçluydum.

   Üç gün sonra Sude'nin doğum günü vardı ve ben dönüp dönmeyeceğimi hâlâ bilmiyordum. Arkadaşımın yanında olmayı çok istiyordum ama öte yandan Ekim'i görmeye hiç hazır hissetmiyordum.

    En son dün gece konuştuğumuz sırada açılmıştı bu konu, benim kesin bir dille geleceğim diye belirtmememden dolayı morali bozulup ağlamaya başlayan ikizler kadını Sude'yi sakinleştirmek de ben orada olmadığım için zavallım Gökçe'ye kalmıştı.

   Aslında durum tamamen benimle alakalı değildi. Ben gitmek istesem bile dedemin ne diyeceğini bilmiyordum ki. Yeni dönem başlayana kadar burada kalmamı bile isteyebilirdi. Benim sağlıklı bir karar verebilmem için önce onun yumuşayıp bana güvenmesi gerekliydi.

   Hava kararıp serinlemeye başlayınca eve dönmek için mecburen bir taksiye atladım. Geç kalıp dedeme bir de bunun için hesap vermek zorunda kalmak isteyeceğim son şey bile değildi. Söylediği yemek saatine de çok az kalmıştı, bir an önce eve gitmeliydim.

   Akşam saatiydi ama Kızılay'dan Emek aşağı yukarı on dakika sürüyordu arabayla, trafik yoksa çabucak giderdim.

  On beş dakika kadar sonra evin önüne geldiğimde ise koşar adım yukarı çıktım ve saat yediyi bulmadan nefes nefese bir halde eve girmeyi başardım. Dedemin kurallarını çiğneme korkusu sağlam adrenalin yaşatmıştı.

    "Yemeğe geç kalıyordun." Salondan gelen otoriter ses kulaklarıma dolarken nefeslenmek için kendime zaman tanıdım. "Ö-özür dilerim dedecim, yürüyüş yaparken saati fark etmemişim."

   Yanına geçip elini öptükten sonra sofraya oturduğumuzda ise kafasını dağıtıp artık o magazin olayını önemsemediğimi hatırlatmak için derslerle ilgili sohbet açtım.

   Yalçın Yüksel'in dikkatini en kolay çekecek şey elbette ki hukuktu. Zaman ve mekan fark etmezdi, nerede olursa olsun hukukla ilgili bir muhabbet açılırsa konuşabilirdi.

TARİHİ GEÇMİŞ AŞK (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin