"Renk iyi misin?" Sesindeki ince endişe tınıları kalp çarpıntıma yeni bir sebep eklerken sorusunu kısa bir süre için cevapsız bırakmak durumunda kaldım.Ne diyebilirdim ki? Beni hiç tanımayan, hatta ilk gördüğünde yüzüme bile bakmayan birine hayat hikayemi anlatacak halim yoktu sonuçta, o kadar da değildi yani.
Farkında bile olmadan hayatımdaki bam tellerinden birinde yer edinmiş olabilirdi ama ona bundan bahsetmek için daha çok erkendi. Zamanı gelmemişti.
Hafızamdaki çukurdan geri çıkmak için debelenen anıları savuşturmak ister gibi hafifçe başımı salladım ve titrek bir nefes alıp arkama, ona doğru döndüm. "İyiyim." Ondan çok kendimi inandırmaya çalışır gibi bir halim varken bakışlarımı dakikalardır kaçtığım kehribarlara çevirdim. "Sorduğunuz için sağolun."
Kaşları belli belirsiz çatılırken bana doğru bir adım attı. "Birincisi; bana 'siz' diye hitap etmene gerek yok, resmî bir ortamda değiliz." Nefes sesini duyabiliyordum sanki. Ya da kafam o kadar uçmuştu ki gaipten sesler duyuyordum. "İkicisi, gözlerin dilini yalanlıyor. Hiç iyiymiş gibi durmuyorsun."
Söylediği şeyle yutkunmadan edemezken bakışlarımı kaçırdım. Dünkü tavırlarıyla biraz fazla alakasız davranıyordu. Ayrıca bu kadar iyi bir gözlemci olmak zorunda mıydı? Tamam, mesleği gereği öyle olması gerekiyordu ama bari özel hayatında yapmasaydı.
Bir an kendimi köşeye sıkışmış gibi hissettim. Ne diyecektim ki şimdi? Ne cevap verecektim. Ne yapıp edip konuyu değiştirmeli, lafı çevirmeliydim.
"Renk! Kızım nerede kaldın? Suyu kaynağından mi çıkartıyorsun, ne yapıyorsun?" Tam bir şey söyleyeceğim sırada ters kapısında görünüp araya giren Şebnem abla ile çaktırmamaya çalışarak rahat bir nefes aldım. Zamanlaması harikaydı!
Yanımıza geldiğinde benden önce sorar gözlerle Ekim'e dönmesiyle ben de bakışlarımı ona çevirdim. Bir şey sormamıştı belki ama gözlerindeki bakış benim için yeterliydi.
"Hadi bakayım sofraya." Durumu daha fazla sorgulamak yerine ortamı toplaması ve bizi terasa yönlendirmesiyle rahatlarken yalancı çıkmamak adına kenardaki sürahiyi alıp onları takiben ilerledim. En azından daha fazla rezil olmadan durumdan sıyrılabilmiştim.
İkisinin arkasından terasa çıktığımda sürahiyi masanın kenarına bırakıp yerime geçtim. Cevap vermekten kurtulmuş olabilirdim ama yine de az önceki halimi açıklayacak mantıklı bir neden bulmalıydım.
"Her şey yolunda mı?" Gökçe'nin fısıldayarak sorduğu soruyla başımı salladım. "Merak etmeyin, bir sıkıntı yok." Nefesimi verdim. "Bak kötüysen kalkabiliriz, bir bahane bulurum ben." Sude de meraklı bakışlara yüzümü inceliyordu. "Kızlar gerçekten iyiyim, sakin olun."
Neyse ki Mete ve Semiha teyze derin bir muhabbete dalmıştı da konuşmalarımız fark edilmemişti. Ekim'le bir daha ne zaman denk gelirdik, bilmiyordum ama Mete ile illa ki karşılacaktım ve içimden bir ses diyordu ki bu konuyu yeniden konuşmak zorunda kalacaktık.
"Yeni evine alışabildin mi Mete'ciğim, yerleşebildin mi?" Semiha teyzenin sorusuyla az önceki muhabbetin bittiğini anlarken ortamdan kopmamak adına o tarafa odaklanmaya karar verdim.
"Sayılır, daha tam oturmadı düzenim." Mete'nin cevabıyla istemsizce meraklanırken iyice kulak kabarttım. "Tek başıma zorlanırdım ama sağolsun Ekim biraz yardım etti yerleşmemde."
"Bizim kızlar gibisiniz galiba siz de, gördüğüm kadarıyla güzel bir arkadaşlığınız var gibi." Semiha teyzenin yorumuyla Şebnem abla kıkırdadı ve araya girdi. "Kızların biraz daha büyümüş hali gibiler annecim, tek farkları ayrı evlerde oturmaları."
Ekim'in yüzüne bakma fırsatı yakaladığımda telefon konuşmasından önceki halinden eser kalmadığını gördüm. Yine o huzursuz ifade yer etmişti yüzünde; sanki canı bir şeye sıkılmıştı, kafası bir yerde takılıydı. Soramazdım da ne olduğunu; sonuçta ondan yaşça küçük, yabancı bir kızdım.
Ekim'le aramızdaki yaş farkının alakasız bir yerden önüme çıkmasıyla keyfim biraz kaçarken önümdeki salatayı didiklemeye başladım. Aslında yedi yaş pek de fazla sayılmazdı, değil mi?
Sonuçta arasında çok daha fazla yaş farkı olduğu halde anlaşabilen insanlar vardı.
O sırada aklıma gelen şeyle meraklanmadan edemedim. Acaba sadece bugün için mi buradaydı, yoksa birkaç gün Mete'de kalacak mıydı?
"Ama yakın sayılırız biz de, birkaç sokak var aramızda." Mete'nin yaptığı eklemeyle merak ettiğim başka bir sorunun da cevabını kısmen almıştım. Demek ki Ekim baya yakınlarda oturuyordu.
Peki ya bu kadar yakınken aylardır bir türlü denk gelmeyip son iki günde sürekli dip dibe olmamız kader miydi yoksa benim kaçacak yerim kalmamıştı da kader artık oyunun zarlarını eline mi almıştı?
"Neyse, ben tatlıları getireyim." Semiha teyze ayaklanırken Gökçe de çatalını bıraktı ve peşi sora ayağa kalktı. "Ben de yardım edeyim bari." Şebnem abla ise annesine döndü. "Ben de geleyim mi?" Semiha teyze otoriter bir bakış atıp olumsuz anlamda başını salladı. "Biz Gökçe'yle hallederiz canım."
Onlar içeri girdikten sonra bakışlardan ve az önceki olaydan kaçmak ister gibi gözlerimi kararan gökyüzüne diktim. Keşke şehir bu kadar ışıklı olmasaydı da yıldızları daha rahat görebilseydik. Çocukken yazlığa gittiğimiz zamanlarda saatlerce bahçede oturup gökyüzünü izlerdim; resimini çizmeye çalışırdım manzaranın, defalarca denerdim.
"Sude; pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım!" Tam eskilere daldığım sırada dışarıdan, daha doğrusu aşağıdan gelen sesle diğerleri gibi ne olduğumu şaşırırken doğrulup bakışlarımı Sude'ye çevirdim.
🌸🌸🌸
Lütfen oy vermeyi unutmayın, olur mu?☺️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TARİHİ GEÇMİŞ AŞK (KİTAP OLDU)
KurzgeschichtenHer genç kızın aşık olduğu, posterlerini duvarına astığı, dergilerden fotoğraflarını kesip sakladığı, hayallerinin baş kahramanı yaptığı bir ünlü vardır değil mi? Kimisi bir şarkıcıya aşık olur, kimi de bir oyuncuya tutulur... Renk'in ilk aşkı is...