Epilog. // 1

972 61 51
                                    

41. Bölüm

Epilog.

*

Uçsuz bucaksız bir dünya, kaçacak yer kalmayan, her deliği bin bir çeşit pislikle dolu, bizi her dakika yutan dünya, yüzümüze bir türlü gülmüyordu.

Nedenini biliyordum, peşimizi bırakmayan şeyler vardı. Ve kaçışı zordu.

Defterin son sayfasını bitirip kapağını kapattım. Alt kısmına not olarak "Ethan Harper" yazıp masadan kalktım.

Yıl 1996, yer Alabama/Prattville.

Bir bebek doğuyor, sesi, çığlıkları kulağımda yankılanıyordu.

Evden dışarı çıkıp halk kütüphanesine doğru yürüdüm ve uzaklarda olan, pek göze çarpmayan bir yere defteri koydum. Dikkat çekmemek için birkaç tane kitap alıp ödünç alma kısmına doğru ilerledim.

"Merhaba bayım," dedi görevli kadın. "Kütüphane kartınız var mı?"

"Hayır yok." diye cevapladım.

"Çıkartmak ister misiniz? Yoksa kitap alamazsınız."

"Evet, lütfen."

Bir kağıt çıkardı ve kalemle tarihi yazdı. 29.10.1996.

"İsim?"

"Ethan Harper."

"Yaşınız?" Bu biraz tartışılırdı. Görünümüm hala yirmi beş, yaşımı ise hesaplamamıştım.

Olaylar şöyle gelişmişti.

Carrie ve ben sonsuz kaçışı başlatmıştık. Etrafımızda ne var ne yok, hepsini alt etmiş ve rahat bir şekilde yaşayabileceğimiz bir kente yerleşmiştik. Acı olan şuydu, fani olan Lindsey. Yaşlanmış ve doğal olarak hayata veda etmişti.

O artık yoktu.

Aradan yüzlerce yıl geçmiş ve Carrie ile cadıları öldüren şeylerden uzak kaldığımız için hala hayattaydık. Alabama gelişmiş, savaşlar bitmiş ve insanlar hayatlarını belirlemişti. Bizde yuvamıza geri dönmüş ve bir ev tutmuştuk.

Artık bu hayatta sadece ikimiz vardık birbirimiz için, başka kimse yoktu.

"25." dedim kadına.

"Nerede yaşıyorsunuz?"

"Prattville."

"İletişim bilgilerini doldurup imza atar mısınız?"

Dediğini yapıp formu geri verdim. "Kitapları iki hafta olmak üzere alabilirsiniz. İyi okumalar."

"Teşekkürler." dedim ve oradan ayrılıp eve doğru yola çıktım. Kısa bir süre sonra varmıştım, oturduğumuz binaya girip merdivenleri tırmandım ve kapıyı çaldım. Kısa bir süre sonra Carrie açtı.

"Neredeydin?" diye sordu.

"Kütüphaneye gittim." dedim. "Birkaç kitap aldım."

"Peki," dedi. "O doğdu."

Kim diye sormama gerek yoktu. Çığlığı hala kulağımdaydı, hatta şu an ağlıyor, annesini emmek istiyordu.

"Hemde bugün, onca gün içinden bugün."

"Biliyorum." dedim. "Yakında bir ziyaret yapsak iyi olur."

"Sakın!" dedi Carrie. "Bunca yıl izini sürüp onu bulmuşken sakın." İç çekip kafamı salladım. "Pek ala," diyerek cevapladım. "Senin istediğin olsun Carrie."

"Aç mısın?" diye sordu.

"Hayır." dedim. "Sen ye, ben odamdayım." Salondan ayrılıp odama geçtim ve kapıyı kapattım. Kitapları iade etmek yerine kitaplığıma koydum ve yatağıma uzandım. Gözlerimi kapattım. Açtığımda hala evimdeydim, değişen bir şey yoktu.

Uyumaya çalıştım, kendimi uyumaya zorladım. Derin bir nefes aldım ve zihnimi boş bıraktım. Kısa bir süre sonra uykuya daldım.

Gözlerimi açtığımda bu sefer evimde değildim.

Ormandaydım, kaçışı, sonu olmayan orman. Ayağa kalkıp etrafta geziniyordum, kasabaya doğru yürüyor ve aynı zamanda bir şey arıyordum.

Prattville'nin merkezine ulaştığımda kasabanın bomboş olduğunu fark ettim. Kimse yoktu. Hiç kimse.

Boş bir oturağa oturup ormanı izledim, rüzgar usulca esip yüzümü serinletirken karşıda birini gördüm. Bana el sallıyordu. Kolumu kaldırıp el sallayarak karşılık verdi. Kısa bir sonra Kit sarı saçlarını savurup yanıma geldi.

"Vay vay vay," dedi usulca. "Kimleri görüyorum?"

"Beni görüyorsun," diye takıldım.

"Nasılsınız Bay Harper?"

"İyiyim Bayan Tyler, ya siz?"

"Gayet iyi." dedi. "Sadece sıkılıyorum."

"Yanımıza gelebilirsin, biliyorsun değil mi?"

"Evet biliyorum," dedi. "Sadece artık sizi yalnız bırakmak istedim. Bilirsin, başınıza ne geldiyse orda muhakkak bende vardım."

"Ve çoğu zaman hayat kurtaran da sen oldun."

"Biliyorum," dedi ve gülümsedi. "Farkındayım ama bu bir anlam ifade etmez Ethan. Artık Carrie ile baş başa yaşayacaksınız."

  "Bir de O."

  "Evet," dedi. "Bir de O."

"Gitmem gerek." dedim ayağa kalkıp. "Sonra görüşürüz Kit."

"Evet," dedi. "Rüyalarda görüşürüz." Ayağa kalkıp boynuma sarıldı. Karşılık verip biraz öylece durduk.

"Seni özledim." dedim.

"Görüşürüz Ethan, bende seni." Ondan ayrılıp el salladım, karşılık verince arkamı döndüm ve ormanın kıyılarına doğru gittim. En son durağım göl kenarı oldu.

  Eşsiz maviliği ile boylu boyunca önümde uzanıyordu. Birçok anı, yaşanmışlık, önümdeki şu su parçasında saklıydı. Birkaç adım atıp göldeki yansımama baktım.

Tuhaf olan şey yansımanın bana ait olmamasıydı.

Bir güç tarafından suya itildiğimde irkilerek uyandım. Derin derin nefesler alıyordum ve kalp atışımı dengelemeye çalışıyorum. Bacaklarımı yataktan sarkıtıp ayağa kalktım.

Kalkmala yerime çivilenmem bir oldu.

Karşımda duruyordu, kanlı, canlı.

"Lindsey?" dedim. "Yaşıyorsun!"

Ona doğru ilerlediğimde, o an bir şey fark ettim. Kollarında bir bebek vardı. Uyuyan, yeni doğmuş bir bebek.

Bu bebek O'ydu.

"Lindsey," dedim. "Sen..."

"Lanet sizi hiçbir zaman bırakmadı Ethan," dedi ve bana beyazı kalmamış gözlerle baktı. "Sizi hiç bırakmayacak."

Kolundaki bebeği yere atınca refleks olarak ona doğru koştum ama ne yazık ki tutamadım. Bebek yere düşüp ağlamaya başlayınca Lindsey'e baktım ama yoktu.

Şok haliyle bebeğe baktım. Oda da sadece benim olduğumu fark etmem geç olmadı.

Ve o sırada duvara bir pentagram çizildi, kandan bir pentagram. Ve altına bir isim kazındı.

Blake Harper.

Cadının LanetiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin