Gözlerini açtığında anlamsız bir şekilde tavanı izliyordu. Hayatına gelen yeni gelişme hakkında ne yapması gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Bazen her şeyden vazgeçip ona geri dönmek istiyordu ama daha sonra bu düşünce başka bir düşünce tarafından eziliyor ve tekrar en başa geri dönüyordu.
O düşünceyi ezen düşünce beynine bir ok misali saplanmıştı, Göktuğ onu çıkaramıyordu. Belki de çıkarmak istemiyordu. Kafası karışıktı. Doğrusu Anna geri döndüğünden beri kafası pek yerinde değildi.
Yatağından doğruldu, mağrur gözlerle karşısındaki aynadan kendine baktı. Ne kadar bakımsız gözüküyordu, sağ yanağı yastık izi olmuştu, saçları karmakarışıktı, gözlerini uykusuzluktan zor açıyordu. Şüphesiz ki Anna bu halini görse ona eskisi gibi çekici gelir miydi bilmiyordu.
Aslında bir çok kez Anna ile sabahlamışlardı, onun bu halini Anna görmüş olmalıydı. Acaba gördüğünde ne düşünmüştü? Sevgiyle gülümsemiş miydi, yoksa suratı mı asılmıştı? Bilemiyordu.
Kafasını iki yana salladı. Hayatı hakkında alakasız konuları düşünmeye başlamıştı. Kafası yine başka yerlere gidiyordu. Yatakta doğrulup daha fazla düşünmenin anlamı yoktu. Zamanını düşünceleriyle öldürüyordu, o büyük bir şirketin sahibiydi, bir an önce kendisine gelmeliydi.
Hava soğuk olmasına rağmen soğuk bir duş aldı, eğer sıcak suyla duş alırsa iyice uyuşurdu, Göktuğ çakı gibi olmak istiyordu. Beyninin uyuşmasını istemiyordu, sonuçta beyni sayesinde para kazanıyordu.
Duştan çıkıp üstünü kuruttu. Bunu yaparken küçük bir yavru köpek gibi titriyordu, soğuk su onu canlandırmıştı ama üşütmüştü de...
"Umarım hasta olmam." diye düşündü.
Bu hayatta isteyeceği son şeydi. Yaşadığından beri hasta olmaktan nefret ediyordu, o yüzden Göktuğ her zaman vücuduna iyi bakıyordu. Uykusunu tam alıyor, yemeğini sağlıklı yiyordu. Ah! Tabi sigara olmazsa aslında oldukça sağlıklı bir hayat yaşıyordu.
Herkesin bir kusuru vardı. Göktuğ'un da kusuru buydu.
Üstünü giydikten sonra kahvaltı etmek için aşağı indi. Ailesi çoktan kahvaltı sofrasına oturmuş, yemek yemekle meşguldüler. Masanın en başında annesi oturuyordu, onun sağında kardeşi Canberk vardı. Eve yerleştiğinden beri bir kelime dahi konuşmamışlardı. İkisi aralarına duvar örmüşlerdi. Bunun sebebi Canberk'in Edebiyat bölümü okuduğunu öğrendiği zaman yaptıkları tartışma değildi. Eğer aralarındaki tek anlaşmazlık bu olsaydı, çoktan iki kardeş olmuşlardı. Sebep bu değildi. Sebep Alvina'ydı. İkisi de bu konu hakkında ödün vermiyordu.
Annesinin solunda Anna duruyordu. Bugün oldukça güzel görünüyordu, saçlarını iki yana salmıştı, Göktuğ Anna'da en çok bu modeli beğeniyordu, eskiden ne zaman bu saç stilini yaptığını görse yanına yaklaşır ve dudağına usulca bir öpücük kondururdu. Sonra ellerini tutar ve şöyle derdi:
"Melekleri kıskandıracak bir güzelliğe sahipsin Anna."
Göktuğ eski anılarını hatırlayınca istemsizce suratını asıyor ve eski hali gözlerinin önüne geliyordu. Ona öfkeyle bakıp içinden söyleniyordu.
"Seni aptal! O bir melek değil. O bir şeytan. Seni bırakıp gidecek."
O gece Anna'yı gördüğünde oldukça afallamıştı. Ağzından kelime dahi çıkmamıştı. Anna ise tüm güzelliğiyle karşısında duruyor ve ona gülümsüyordu. Annesi hınzırca gülümsüyordu.
"En iyisi ben sizi yalnız bırakayım."
Annesi gittiğinde Anna beklenti dolu gözlerle ona bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gümüş Serçe (+18)
Novela JuvenilDudakları yavaşça boynumdan aşağı doğru inmeye başladı. Aldığım zevk anlatılamazdı. Gözlerimi kıstım ve başımı geriye doğru atarak duvara yasladım. O ise göğüslerimin üstünü öpmekle meşguldü. İlk başta öpüyor daha sonra ufak ısırıklarını hırsla göğ...