İyi okumlar dilerim...
Ambrose, Daphne ve abimle bizim odamızda oturuyorduk. Biraz konuşalım, sohbet edelim, kafamız dağılsın demiştik ama Daphne ve abim geldiklerinden beri gözlerini kısarak bizi izliyorlardı. Ambrose ise telefonundan oyun oynadığı için aramızdan soyutlanmıştı. En sonunda Diana dayanamayıp sinirle ikisine bakmaya başlamıştı.
-Neden geldiğinizden beri bizi izliyorsunuz?
Diana'yı duyunca ikisi aralarında kısaca bakışmışlardı.
-İyi misiniz diye emin olmaya çalışıyoruz sadece.
-Kaç kere iyiyiz dedik! Taşları aldılar zaten, Selene de bir sürü tütsü yaktı dünden beri. Kaç bardak papatya çayı içirdi zorla, sayamadım bile.
Daphne kafasını sallasa da abim gözlerini daha da kısarak bana dönmüştü.
-Sanki sesini yükselttin biraz sen? Yetmemiş galiba senin sakinleşmen için bunlar? Selene'ye haber versek mi?
Abimin söyledikleriyle sinirle kafamı koltuğa gömmüştüm. Garip sesler çıkarıyordum ama umrumda değildi.
-Acaba sizin davranışlarınız yüzünden biraz gerilmiş olabilir mi Derek? Abartmayın artık.
Diana'nın olaya el atmasıyla abim de garip garip bakmayı kesmişti. Kafamı kaldırıp "Ben sana Derek dediğimde ortalığı birbirine katıyorsun, Diana dediğinde hiçbir şey demiyorsun. Sinir oluyorum sana." demiştim. Bunu duyunca bana dil çıkarmıştı. Bu daha da sinirimi bozarken yanımdaki yastığı kafasına atmıştım.
O sırada kapı çalmış ve arkasından Axel içeri girmişti. Gülümseyerek bize baktıktan sonra "Üçüncü oyunla ilgili bir şeyler anlatacaklarmış. Sizi götürmeye geldim." demişti.
Hepimiz bıkmış bir ifadeyle ayaklanmıştık. Oyunların bir an önce bitmesini istiyorduk artık.
Hep beraber Axel'i takip ederek toplanma alanına gelmiştik. Arron çoktan gelmiş, bizi bekliyordu. Sonuçta aynı takımdaydık. Onu görünce aklıma gelen şeyle abime biraz daha yaklaşmıştım.
-Taşları nerede bulmuşlardı?
Abim aniden sorduğum soruya şaşırsa da "Askılığın orada." diye yanıtlamıştı. Aldığım cevapla zihnim ışık tutulmuş gibi aydınlanmıştı. Bunu daha sonra halledecektim. Dışarıya bir şey belli etmemeye çalışarak konuşmaya başlayan Axel'i dinlemeye başlamıştım.
-Son oyunda geçen senenin kazanan takımıyla karşılaşacaksınız. Yalnız diğerlerinden daha zor olacak bence çünkü gerçekten iyi bir takımlar.
O konuşurken beş kişilik bir grup içeriye girmişti. Dördünü tanımasam da içlerinden biri ilk turda gördüğümüz görünmez olan çocuktu. Yani geçen senenin kazananları Melioram'dan çıkmıştı. Müdire Freya'nın neden o kadar bozulduğunu şimdi daha iyi anlıyordum.
Görünmez olan çocuğu görünce Diana'ya dönmüştüm. O da farketmiş aynı ifadeyle bana bakıyordu. Sonuçta pek iyi anılarımız yoktu, bu çocukla ilgili.
Kötü olan tarafı ise o da bizi farketmiş gülerek yanımıza geliyordu. Diana'yla geliş tarzına göz devirip çocuğa bakmıştık.
-Yine karşılaştık. Geçen sefer tanışamamıştık. Ben Adrian. Sizlerde sanırım Diana ve Alissa, öyle değil mi?
Duyduğum isimle kaşlarım çatılsa da ifademi hızlıca normale döndürmüştüm. Ben bu ismi bir yerde daha duymuştum.
-Tanışmamıza gerek yok çünkü zaten isimlerimizi biliyorsun. Bu kadarı yeterli.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Strange
Science FictionGizli bir şirket... Tehlikeli bir deney... Genetiği değişen çocuklar... Telekinezi, ışınlanma, görünmezlik... Aşk, sevgi, dostluk... Tüm bunları içinde barındıran olayları öğrenmek ve her şeyi onlarla beraber keşfetmek istiyorsan sende okumaya başla...