1 ay sonraZaman çabuk işliyordu, her zaman çabuk işlerdi. Günler, haftalar, aylar, yıllar derken bir de bakmışsın ki geride kocaman bir ömür bırakmışsın. Düşmüşsün, kalkmışsın... Kanamış dizlerin, acısından ayağa kalkamamışsın. Sonra iyileşmiş yaran, iki ayak üstünde bulmuşsun tekrar kendini. Ardından hayat gelmiş üstüne, fazla dik görmüş seni. Önce rüzgarını göndermiş, yılmadan devam etmişsin yoluna. Yağmurlar yağdırmış gökyüzünden üstüne, başını kaldırmışsın gökyüzüne ve derin bir iç çekmişsin. Yağmurlarda ıslanırken daha da güçlenmişsin, hayat kızmış buna. Hala iki ayak üstündesin, hala dik duruyorsun çünkü. Kızgınlığını da deprem yapmış hayat. Sallamış yer yüzünü bir beşik gibi, sendelemişsin ama inandığın yoldan dönmemişsin geri. Daha da inanmışsın gittiğin yola, tüm o sallantıya rağmen dikkatli ve küçük adımlarla devam etmişsin yoluna. Hayat daha da öfkelenmiş bu kez, 'seni durduracağım' demiş ama duymamışsın. Yol güzel çünkü, inandığın yol çok güzel. Kapatmışsın kulaklarını hayata, bir müzik tutturmuşsun kendine has. Yola devam ediyorsun. Deprem durunca koşmaya başlamışsın, ellerinde çiçeklerle kocaman bir yangına doğru. Oysa insan ateşi sevince, tenine deyse acır mı canı?
Acımaz, acıtmaz.
Durmak bilmeden yürürken sen, yoluna binbir türlü zorluk çıkmış. Hepsini de aştın, hepsini bir bir bıraktın ardında. Üzüntüler, sevinçler, kar, yağmur, fırtına, rüzgar... Durmadın. Durmayacaksın da. Hayat öfkelenmiş, en güçlünün kendisi olduğuna bu kadar eminken hevesle yanan bir mum çıkmış karşısına. Nice dev yangınları söndürmüş de, küçük ve cılız bir mum ışığına yetmemiş gücü. Neden demiş hayat? Neden durduramıyorum onu? Cılız mum ışığı cevap vermiş: 'Hevesle yanan mum, sönmez güçsüz bir nefeste.'
Yola inanarak çıktıysan eğer, yağmuru ceza değil de güzellik olarak görüyorsan, dikenli yollardan geçerken dizlerine batan dikenleri sen başkasının da canı yanmasın diye kendi ellerini kanatmak pahasına yoldan kaldırıp atıyorsan, üstelik bir de yerine rengarenk çiçekler ekiyorsan, ayağına değen taş içindeki hevesi söndüremiyorsa eğer ve her uyandığın gün mucizense senin de, inandığın şeyler uğruna savaş veriyorsan, yaralarını da güzelce sarıp dinlendikten sonra yeniden kalkıyorsan ayağa, en büyük düşmanın olan hayata da kızmıyorsan, yeri geldiğinde onu bile sevip gülüyorsan korkma. Büyük mücadeleni, içinde hevesle yanan mumu söndüremez güçsüz bir nefes olan hayat. Çünkü yola inanarak çıktın, yıldıramaz seni hiç kimse... Hiçbir şey.
Yürüdüğün yollar sevgi tomurcuklarıyla filizleniyor, geçtiğin yollar güzelleşiyor seninle çünkü sen öyle bir ateşsin ki... Öyle bir ateş görmedi henüz hayat. Öyle bir yangın başlamadı henüz. Bir devrim daha başlamadı. İçinde koca bir şehir, inancının harladığı bir mum var. Yandıkça büyüyen bir mum, yandıkça ateşi güçlenen bir ateş... Bir şehir yıkılmadı daha, bir şehir yeniden kurulmadı içinde.
Sen kendi derdine düşmüşken ve biraz da olsa yolundan zorluklar kalktığında, gördüğün düzlükte başladı fırtına. En büyük sevincin varken içinde geldi en büyük felaket, zaten bu da hayatın ta kendisi. En komik ironisi. Sen yolları aşıp bir bir bırakırken ardında, hayat da yaptı en büyük planlarını. Ona kendini güçsüz hissettireneydi en büyük nefreti. Düşündü hayat. Felaketlerle yılmayanı, taşa takılıp düşmeyeni, hevesi bir türlü sönmeyeni ne yıldırabilir, ne üzebilir?
Aylarca düşündü hayat, yıllarca düşündü ve en sonunda bir cevap buldu. En sevdiklerinden aldığı darbe. Bunu not etti bir kenara ve düşündü yeniden. Başka ne olabilir? Bütün olmuş iki kalp ayrılırsa eğer güçsüz düşer mi her ikisi de? Cevap verdi: Evet. Bunu da not etti bir kenara. Sonra güldü hayat acımasızca. 'İyi olan kazansın.' dedi kendi kendine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐋𝐄𝐆𝐀𝐂𝐘 • 𝐒𝐭𝐞𝐯𝐞 𝐑𝐨𝐠𝐞𝐫𝐬
FanfictionTony Stark ve Natasha Romanoff'un bu dünyaya bırakabilecekleri en büyük miras kızları Annabel'di. Bir Black Widow olarak yetişmiş, babasının mirası olan demir zırhı giydiğinde ise damarlarındaki tutku alevlenmişti.