Güneş dünyaya yeni yeni uğrarken Pleione babasının kucağında annesini izleyerek uyuyakalmıştı. Ona fotoğraflarına olduğundan daha büyük bir hayranlık beslemişti küçük kız. Ama çocuk bedeni daha fazla dayanamamıştı uykusuzluğa.Steve, Annabel'e bakıyor ve onsuz geçen beş yılın canını ne kadar acıttığını düşünüyordu. Buna rağmen dudaklarında güzel bir tebessüm vardı. Beş yıl kalbine kara lekeler çalsa da, yanındaki kadın onu ışığıyla tek bir sarılmada aydınlatmıştı.
"Nasıl oldu?" Diye sordu Tony. "Nasıl oldu da geri döndünüz?"
Saatlerce hasret gidermişlerdi, hem bunları da Pleione varken konuşmak istememişlerdi. Kızının saçlarını dokunmaya kıyamayarak okşarken durmuştu Annabel, sevdiklerinin bakışları onun üstündeydi. "Savaştık."
"Sizin şey olduğunuzu sanıyordum-"
Annesinin sözünü kesti Annabel. "Öldüğümüzü. Evet ölüydük ama Strange olasılıklara bakarken başka bir yol görmüş. Wanda ile bir evren oluşturmuşlar, kendi gerçekliğimizde ölüydük ama yeni oluşturduğumuz gerçeklikte hala yaşıyorduk." Herkes merakla Annabel'i dinliyordu. "Ölü olduğumuz için her birimiz birer ölümsüz sayılırdık ama yine de sayımız çok azdı. O yüzden biz de Remy'nin yaşadığı evrene bir portal açtık. Onunla görüştüm, bizim için mutantlarla dolu bir ordu topladı. Thanos'u kendi çöplüğünde yakaladık ve onun sonsuzluk taşlarıyla koruduğu kıçına tekmeyi bastım."
"Eldiveni mi taktın?" Diye sordu Steve. "O eldivende dünyayı havaya uçurmaya yetecek, evrenin yarısını silmeye yarayacak bir enerji var. Sen o eldiveni taktın mı?"
"Endişelenmeye gerek yok, burada ve sapasağlamım. Ayrıca o zaman bir ölüydüm, bir ölü kaç kez ölebilir?"
"Neyse ki buradasın." Dedi Natasha, o kızının yokluğunu en erken kabullenmek zorunda kalmıştı. Güç vermesi gereken iki adam, bir de küçük torunu vardı.
Başı kendi kucağına yaslı olan kızına baktı Annabel, saçlarını okşamaya devam etti. Kızının kendine olan benzerliği onu hayrete düşürmüştü. Steve'in bakışlarıyla karşılaştığında gülümsedi. "Ona çok iyi bakmışsın, endişelenmemem gerektiğini biliyordum."
Tebessüm etti Steve. "Pleione, çok özeldi. Hiçbir zaman bana zorluk çıkarmadı. Kim kime iyi baktı, bilmiyorum."
Annabel kızın yanağına küçük bir öpücük kondurdu, içi huzurla doldu. Karnında taşıdığı minik kızı, şimdi kucağında taşıyordu. Özlemiyle yanıp tutuştuğu küçük tekmecisi şimdi kollarının arasındaydı. Onu böyle kocaman görmek Annabel'i üzmüştü. Oysa kızının her anında yanında olmak isterdi. İlk kez gülümseyişine, ilk adımını atışına, ilk kelimesini söyleyişine tanık olmak isterdi... Onu bu kocaman acımasız dünyada yapayalnız bırakmış olmak genç kadının kalbini acıttı.
"Onu yatırmak istiyorum, üşüyor."
Natasha ve Tony anlayışla gülümsediler. Natasha'nın kulağına fısıldadı Tony. "Başardık kızıl."
Gülümsedi Natasha da. Hayata bırakabilecek oldukları en büyük mirası bırakmışlardı. Küçük kızları gözlerinin önünde kendi küçük kızını sarıp sarmalıyordu. Natasha ve Tony bundan daha büyük bir başarı, zafer düşünemiyordu.
Steve'e döndü Annabel. "Odası nerede?"
"Üst katta." Deyip ayağa kalktı, kızını kucağına aldı sarsmadan. "Ben yardım edeyim."
Gülümsedi Annabel ve Steve'in arkasından ayağa kalktı. Kendini mutlu bakışlarla izleyen anne ve babasına döndü. "Kızımı yatırmaya gidiyorum, büyük ihtimalle gözümü bile kırpmadan onu izleyeceğim. Uyandığımda burada olur musunuz? Sizleri çok özledim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐋𝐄𝐆𝐀𝐂𝐘 • 𝐒𝐭𝐞𝐯𝐞 𝐑𝐨𝐠𝐞𝐫𝐬
FanfictionTony Stark ve Natasha Romanoff'un bu dünyaya bırakabilecekleri en büyük miras kızları Annabel'di. Bir Black Widow olarak yetişmiş, babasının mirası olan demir zırhı giydiğinde ise damarlarındaki tutku alevlenmişti.