SuriyeSteve Rogers yıkık dökük şehrin sokaklarından geçerken aklı bedeninden hayli uzaktı. Ne üstüne yağan yağmur umrundaydı, ne gök, ne savaş, ne de kendi... Aklı ondan kilometreler, okyanuslar ötedeki sevdiği kadındaydı. Onu deli gibi özlemişti, özlemi dağ olup büyümüştü içinde ama Steve çivilenmişti yerine sanki. Bu savaş, gördüğü masum insanlar, yardıma muhtaç çocuklar kim olduğunu, ne için yaşadığını hatırlatıyordu ona. Ne omzundaki henüz kapanmamış yara durduruyordu onu, ne de içini delip geçen özlemi.
Savaşa gelmek o boşlukta yapabileceği en iyi şeydi, dünyanın bir ucunda bir şehir bombalanıyorken, çocuklar ölüyorken o hayatına devam edemezdi. İşte o yüzden yürüdüğü bomboş yolda tek başınayken burada olmasının doğru olduğunu kendine hatırlatıyordu. Bazen acaba mı diyordu, bu kadar özlemişken acaba dönsem mi diyordu ama burada kendini bir umut ışığı olarak gören çocukları gördükçe bu kararından vazgeçiyordu.
Yürüdü, yürüdü, yürüdü... Bir sokakta durmuşken yıkık dökük binaların üstünde, yağmurun altında, bir savaşın ortasında gülüp eğlenen, her şeye rağmen oyun oynayan çocukları gördü. Yutkundu ve boğazına oturan yumruyu geri gönderdi. Çocuklara doğru yürümeye başladı, çocuklar o kadar kaptırmışlardı ki kendini oyunlarına Steve'in kendilerine doğru geldiğini çok sonra fark etmişlerdi.
"Yüzbaşı!" Diye sevinçle konuştu oğlan çocuğunun biri. Gülümsedi Steve. Çocuklar koşup Steve'in bacaklarına sarıldığında Steve içinin sıcacık olduğunu hissetti. "Beni yere sermek üzeresiniz." Dediğinde Steve, çocuklar gülerek geri çekildi.
"Bize yemek mi getirdin?" Diye sordu küçük bir kız çocuğu, gözlerindeki parıldama gözle görülmeye değer cinstendi.
Gülümseyerek elindeki iki torba yemeği çocuklara uzattı. "Arkadaşlarınızı da çağırın, hep birlikte yiyin." Dediğinde Steve çocukların üstüne bir bayram sevinci geldi. Kimisi mutlulukla gülerken kimisi başkalarını da çağırmaya gitti.
Çocuklar kalabalıklaştığında Steve bir köşeye çekildi ve duvarın dibine oturdu. Çocuklar gülüp eğlenerek ve büyük bir mutlulukla yemeklerini yerken Steve bir süre onları izledi. Ta ki kız çocuğunun biri onun yanına gelip yemeğini ona da uzatana kadar. "Yer misin?"
"Teşekkür ederim. Ben yedim, o senin." Dedi Steve.
"Ama sen üzgünsün, aç olmalısın."
"Üzgünüm ama aç değilim." Dedi Steve gülümseyerek. Kız şaşırsa da Steve'in yanına yere oturdu ve yemeğini yemeye devam etti. "Neden üzgünsün?"
"Sevdiğim kadın çok uzakta."
"Ya." Dedi kız, bir anda sarıldı Steve'e. Steve önce şaşırsa da sonra küçük kızın sarılışına karşılık verdi. "Benim de babam öldü biliyor musun, ben de çok üzgünüm."
Yutkundu Steve ve derin bir nefes aldı. Geri çekildiğinde kızın gözlerindeki yaşı sildi ve başına bir öpücük kondurdu. "Üzülme, her şey bir gün iyi olacak."
"Sen de üzülme." Dedi kız. "Tamam mı?"
Burukça gülümsedi Steve. "Tamam."
"Kız arkadaşın güzel mi?" Diye konuyu aniden değiştirdi minik kız.
Steve küçük kızın bu tavırlarına karşı gülümsedi. "Çok." Dedi. "O çok güzel."
Annabel'i düşündü, şimdi ne yaptığını. Aklına gülümsemesi geldiğinde dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm filizlendi. Onu öyle çok seviyordu ki, her an her dakika içindeki sevgisi büyüyordu. Kalbi bu kadar büyük bir sevgiyi nasıl alıyor bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐋𝐄𝐆𝐀𝐂𝐘 • 𝐒𝐭𝐞𝐯𝐞 𝐑𝐨𝐠𝐞𝐫𝐬
FanfictionTony Stark ve Natasha Romanoff'un bu dünyaya bırakabilecekleri en büyük miras kızları Annabel'di. Bir Black Widow olarak yetişmiş, babasının mirası olan demir zırhı giydiğinde ise damarlarındaki tutku alevlenmişti.