10 Bölüm: Dil-dar

99 12 40
                                    

Bodrum katında çıkmıştık nihayet. Şimdi ise korumalar eşliğinde yürüyorduk her tarafta korumalar vardı. Gözlerimi devirerek önüme dönmüştüm. Sabırlı olmalıydım o adama istediğini elbette vermeyecektim. Kimseye tutsak olamazdım.

" Burada bekleyin" Arslan'a baktığımda korumaları inceliyordu. Bu kadar sessiz olması hayra alamet değildi. Benim bildiğim Arslan öfkeli dururdu onun doğasında vardı gergin olmak.

Koruma arka tarafa doğru gittiğinde etrafı inceliyordum. Büyük bir araziydi ve oldukça genişti. Japon köprüsü dedikleri bir köprü vardı. Nilüfer çiçekleri bir ırmağın içinde açmıştı. Adeta suyun içinde açan bir mucizeydi. Bu sefer gözlerimi kiraz ağaçların olduğu tarafa çevirmiştim ve aklıma okuduğum kitaplar geldiğinde ise kıkırdamıştım. " Sanırım birilerinin hoşuna gitti burası?" Gülümsemem hâlâ yüzümde duruyordu.

" Yoo sadece sinirlerim bozuldu birden" Arslan yüzüme baktığında gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

" Fazla güler yüzlüsün bugün çok tuhaf "

" Sende gereğinden fazla sakinsin "

" Hiçbir lafın altında kalma sakın"

" Kalmam merak etme"

" Etmiyorum zaten" Göz devirmiştim.

" Bay Victor sizi salonda bekliyor. Buyurun lütfen" Az öncedeki koruma olmadığını farketmiştim. Bize yol veren korumayı umursamayarak içeriye geçeceğim sırada Arslan beni durdurmuştu.

" Bekle"

Elimi tutmuştu ve bir şey diyemeden seri adımlarla yürüyen Arslanın yanında yürüyordum affalamış gözlerle. Kendimi toparlayıp Arslan'ın hızlı adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum bir yandan da etrafıma bakınıyordum. Ev o kadar büyüktü ki içimdeki soru aklımı kemiriyordu. Bu kadar zengin bir adam ne işi olurdu ki kraliyet ailenin köstekli saatiyle? Çok saçma geliyordu..

Oyalamadan seri adımlarla yürüyorduk hâlâ. Zengin bir eve göre çok mütevazi duruyordu dekorasyonu. Abartacak bir eşyası yoktu içinde, daha çok keyfine düşkün bir ev sahibi olduğu çok belliydi. Bunu bana düşündüren şey ise pencere önü dedikleri koltuklarıydı. Şöyle pencereye doğru baktığımda ise manzarası burdan bile güzeldi. Japon köprüsü çok net gözüküyordu. Biz bahçede beklerken bizi izlediğine eminim. Gözlerim biraz daha uzağa kaydığında ise az ilerde boş bir arazinin olduğunu farketmiştim asıl ilgimi çeken ise atlar koşuyordu.

" Tekrardan hoşgeldiniz" Gözlerimi pencereden çekip siyah koltuğun arkasına yaslanan Arthur Ayvaz'a kaymıştı bakışlarım. Arslan hâlâ elimi bırakmamıştı. Ne kadar çekmeye çalışsamda buna izin vermiyordu.

" Misafirlik oynamaya gelmedik!" Arslan'ın sesi ürkütücü çıkmıştı nazaran sakin duruşuna göre. Eğer ki sesini duymasaydım çok sakin derdim ama öyle değildi işte. Elimi sıkıyordu hiç farkına varmadan. Yüzümü buruşturmamak için zorlanıyordum ama baya sıkıyordu kıracak gibi.

Bu da bir eldi sonuçta!

" Çok açık sözlüsün ama biraz daha kendi elini sıkarsan birilerinin eli kırılacak" Arslan farketmiş olacak ki yüzüme bakmıştı telaşlı ve elini hızla çekmişti. Boşlukta bırakılan elim kırmızı olmuştu "Canını yaktım" Sesi fısıldar gibi çıkmıştı. O sesin altında pişmanlık ve hüzün yatıyordu. " Acımadı" Her ne kadar yalan söylesem de bana inanmamıştı. Elimi tekrardan tutarak dudaklarına götürmüştü şifa olmak ister gibi. Bir buse kondurduğun da ise içim bir hoş olmuştu çok farklı bir histi. Sıcağın altında ikram edilen bir dondurmayı almak kadar tarifsiz bir mutluluk hakimdi dudaklarımda. Dudaklarım geniş bir şekilde kıvrılmıştı acı diye bir şey kalmamıştı aksine doyamadığım bir tatlı arayışına çıkmıştım.

Aşkına DüşmanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin