✴️✴️✴️✴️✴️✴️✴️Dudaklarında ukala bir gülümseme, gözlerinde ise haylaz bir çocuğun heyecanı vardı. Sehpaya uzattığı ayağını diğerinin üstüne koydu ve başını geriye atarak koltuğa yasladı. Konuşmadan hemen önce, ceketinden çıkardığı sigarasını dudaklarına götürdü ve çakmağını ateşleyerek sigarayı tutuşturdu.
"Neden burada olduğumu merak ediyorsundur?" dedi doğu Asya aksanıyla. Yabancı olmasına rağmen Türkçe'yi çok iyi konuşuyordu. Yıllardır burada yaşamış gibi. Ve evet merak ettiklerimin arasında neden burada olduğu da vardı ama daha çok kim olduğunu bilmek istiyordum.
"Yakında öğreneceksin." dedi dudaklarındaki sigara dumanını serbest bırakarak. Başımı salonun çıkışına çevirdim. Gözlerim kapıya doğru uzanan koridorda takılı kaldı. Seren neredeydi? Ya Atlas? Neden ortalıkta kimse yoktu ve bu adam eve nasıl girmişti?
"Boşuna bakma. Kimse gelmeyecek?" Endişeli gözlerim keskin hatlara sahip yüzüne çevirdiğimde, bakışları beni buldu. Gülümsediğinde çekik gözleri görünmeyecek kadar kısılmıştı. Samimiyetten yoksun gülümsemesi ürkütücüydü. Sanki gelmekte olan bir felaketin habercisi gibi.
"Sende bana ait olan bir şey var." Yayıldığı koltukta duruşunu düzeltti. Ayaklarını sehpadan çekti ve ayağa kalkarak tam karşımda durdu. Yerime biraz daha sindim. Bakışları bedenimi titretecek kadar soğuktu. Öne doğru eğildi ve ellerini başımın iki yanından uzatarak koltuğun sırtına dayadı.
"İçinde, ruhunun en derinliklerinde saklıyorsun onu." İçimi bir ürperti kapladı. Konuşmak istiyordum ama dudaklarım mühürlenmiş gibi açılmıyordu bir türlü. Ezici bakışları altında, çaresiz çırpınışlarımı zevkle izlerken yüzüne haykırmak istiyordum. Kim olduğunu ve nasıl içeri girdiğini sormak.
"Akasya, buraya senin için geldim." Sesi her kelimede biraz daha yankı yapıyor, kalbimi tekletecek kadar ürkütücü hâl alıyordu. Aniden arkasından bir ışık kümesi yükseldi. O kadar şiddetliydi ki elimi yüzüme siper etmek zorunda kalmıştım. Işık adamı içine hapsetti. Tüm hatları sadece siyah bir görüntü halini aldı. Arkasında devasa bir kanat yükseldi tavana doğru. Öyle sert çıkmıştı ki ortaya, bibloları devirip parçalara ayırmıştı. Duvarı yalayan tüyleri, ışığın altında parlıyordu.
"Seni almadan gitmeyeceğim." Haykırışı kulaklarımı inletti. Yüzümü buruşturup ellerimle kulaklarımı kapattım. Öne doğru eğilip bu işkencenin hemen bitmesi için yalvarırken, çınlamalar sanki beynime iğneler batırıyormuş gibi canımı yakıyordu. Dudaklarımdan kopan çığlığa engel olamadım. Hırıltılı sesim, karşımdaki adamın iğrenç kahkahasına karışırken başımı biraz daha yere doğru eğdim. Canım yanıyordu. Bu fiziksel bir acı değildi. Görünmez bir güç, ruhumu parçalara ayırıyormuş gibi derinlerden kopup gelen bir acıydı.
Bedenim, nereden geldiğini bilmediğim bir elle sarsıldığında yerimden sıçradım. Gözlerimi, dudaklarımdan kopan çığlıkla birlikte aralarken, Atlas endişeli ifadesi ile karşımda dikiliyordu. İlk başta onun Atlas olduğunu idrak edemedim ve ellerimle geriye doğru itmeye çalıştım. Ama güçlü kolları öyle kavramıştı ki bedenimi, buna izin vermedi.
"Sakin ol! Sadece kabus gördün?" İrice açtığım gözlerim, o olduğuna emin olmak ister gibi yüzünü taradı. Çatık kaşları ile olup biteni anlamaya çalışırımış gibi bir hali vardı. Hızla inip kalkan göğsümle birlikte nefesimi de düzene sokmaya çalışıyordum. Terden sırılsıklam olmuş saçlarım enseme yapışmıştı. Yatakta doğrulmaya çalıştığımda omuzlarımdan tutup tekrar geri yatırdı.
"Uyuyalı bir saat bile olmadı. Biraz daha uyu." Bir saat mi olmuştu? Oysaki ben saatlerdir uykudaymışım gibi hissediyordum.
"İstesen yanında kalayım. Korkuyorsan eğer-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİMURG PROJESİ
Action(Not: kitabın asıl konusunun gerçeğe dayandığını biliyor muydunuz? Artık biliyorsunuz. Hitler'in meşhur deneylerinden biri de kitabımda yer verdiğim konu ile ilgiliydi. Neyse ki başarılı olamamışlar ve deney hüsranla sonuçlanmış. Gerçi böyle manyakç...