20. Bölüm

49 25 65
                                    

(Akasya'dan)

Dün yaşanan romantik anılar yüzünden doğru dürüst bir uyku çekememiştim. Kalbim öyle delice çarpıyordu ki, yerinden çıkıp avuçlarıma düşecekmiş gibi hissetmiştim. Yatakta dönüp durmaktan vazgeçip battaniyeyi kenara atarak ayağa kalktım. Açık pencereden içeri süzülen rüzgarın dalgalandırdığı perde, hayalet gibi sağa sola savruluyordu. Gözlerimi camdan dışarı çıkarıp ayın etrafında parlayan yıldızları izledim. Her ne kadar, gökyüzüne kadar uzanan binalar bu manzarayı bozsa da kıyısından köşesinden görebildiğim kadarıyla tadını çıkarmaya çalışıyordum.

Komodinin üzerinde duran telefonum titrediğinde başımı geriye çevirdim. Ekranın mavi ışığı karanlık odanın içine güneş gibi doğmuştu. Bir kez daha titrediğinde telefon komodinin köşesine doğru kaydı. Kollarımı bedenimden çözüp bir kaç adımla yanına giderek telefonu elime aldım. Ekranda Atlas'ın ismi koyu harflerle yazılıydı. Dudaklarımda oluşan silik bir gülümsemeyle mesajını açtım.

Kimden: Atlas
Uyudun mu?
Ben senin yüzünden uyuyamıyorum. Sorumluluk al!

Güldüm ve cevap vermek için kutucuğa tıkladım. Parmaklarım harflerin üstünde dans ederken kendimi yatağa attım. Liseli aşıklar gibi olmuştuk. İleride onunla 'önce sen kapat' tartışmasına girmekten korkuyordum. Böyle çocukça şeyler yapacak seviyeye gelir miydik?

Kime: Atlas
Peki bendeki uykusuzluğun sorumluluğunu kim alacak?

Mesajı gönderip beklemeye başladım. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ama o da benim gibi uyuyamamıştı anlaşılan. Yalnız olmadığıma sevinmiştim. Aşktan başı dönen taraf sadece ben olsaydım ilişkideki eşitlik terazisi çatırdamaya başlardı. Bir kaç saniyenin ardından telefon tekrar titrediğinde göğsümden kaldırıp ekranı görebileceğim yüksekliğe çıkardım.

Kimden: Atlas
O halde tüm sorumluluğu alıyorum. Kapıya çık!

Kaşlarımı çatıp uzandığım yerden doğruldum. Avucumun içinde parlayan ekrandaki yazıyı tekrar okudum. Bu saatte dışarı çıkmamı mı istiyordu?

"Serseri!" diye fısıldadım telefonu yatağa atıp kapıya yönelirken. İtiraz edecek değildim ya. Madem dışarı çağırıyordu ve ben onun yüzünden uyuyamıyordum o halde sorumluluk alıp bir şekilde bunu telafi etmeliydi değil mi? Yoksa asla onu özlediğimden veya gül yüzünü görmek istediğimden değildi bu hevesim. Gerçi heves de etmiyordum.

Seren'i uyandırmamak için parmak uçlarımda dış kapıya doğru yürüdüm. Işıklar kapalı olduğu için önümü zor görüyordum. Telefonu yanıma almayı akıl etseydim flaşı açıp önüme ışık tutabilirdim ama Atlas adamda akıl bırakmıyordu ki. Ayağımın serçe parmağımı ayakkabılığın köşesine vurduğumda dudağımı ısırdım. Yüzümü acı ile buruşturup elimi ayağıma götürdüm.

"Lanet olsun!" Koridora kulak kesilip Seren'e ait bir ses duymayı bekledim ama ortalık ölüm sessizliğine gömülmüştü. Tekrar doğrulup elimi duvarda gezdirerek kapıyı aradım. Parmaklarım çıkıntıyı bulduğunda, pürüssüz yüzeyinde kaydırdım ve kapının kolunu yakalayıp sessizce aşağı indirdim. Karanlıktan aydınlığa çıktığımda Atlas önümde belirdi.

"Nihayet!" Kolumdan tutup beni kendine çektiğinde kapı ellerimin arasından kayıp gürültüyle kapanınca gözlerim irileşti.

"Anahtarı almamıştım, neden aniden çekiyorsun?" Ellerinden kurtulup kapıya yöneldim ve bir umut açılır diye bir kaç kez zorladım ama çabalarım boşunaydı.

"Zili çalarsın olur biter." Nazikçe kolumdan tutup tekrar kendine çekince aldığım nefesimi sesli bir şekilde dışarı üfledim. Seren'i uyandırmak istemediğim için kapıyı aralı bırakacaktım ama artık böyle bir şansım yoktu. Atlas sayesinde tabii.

SİMURG PROJESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin