26. Bölüm

45 23 19
                                    


Bir saat sonra Tokyo'nun şatafatlı gecesinin tam ortasındaydık. Yüksek kesimi gençlerden oluşan gruplar, gece kulüplerinin kapısında uzun kuyruklar halinde dizilmişti. Arabayla yanlarından geçerken, kuyruktan çıkıp yola taşan insanları ezmemek için sürekli kornaya basmak zorunda kalmıştık. Ama nihayetinde tüm bunları sorunsuzca geride bırakarak partinin yapılacağı mekana gelmiştik.

Atlas'ın benim için açtığı kapıdan çıkarken, hemen arkamızdan, bay Takashi'nin ayarladığı adam koşarak yanımıza geldi.

"Size eşlik edeceğim." Bizimle ilk ilgilenen adama göre İngilizcesi oldukça iyiydi. Hatta onunla iki sohbet etseydiniz, Amerika doğumlu bile diyebilirdiniz.

Atlas, onu kısaca başıyla onayladı ve kulübün kapısında dikilen korumalarla Japonca konuşan adamı izledi. Uraz sol tarafımda varlığını hatırlatmak ister gibi boğazını temizledi. Ondan yana dönmedim ve sanki kaybolacakmışım gibi sıkıca elimi tutan Atlas'a doğru sokuldum.

"Hadi gidelim!" Adam bize doğru elini salladı ve içeri girdi. Hemen peşinden emin adımlarla yürürken bakışlarıma ciddi bir ifade kondurdum. Başımı dikleştirdim ve omuzlarımı geriye atarak duruşumu düzelttim.

"Gerilme." Kulağıma doğru eğilip fısıldayan Atlas'a baktım. Gergindim evet. Ama o benden daha da gerginmiş gibi görünüyordu. Özellikle elimi kavrayan parmakları, kalabalığa biraz daha karıştığımızda daha da sıkılaşıyordu.

"Sende öyle." dedim ve etrafta gezdirdim gözlerimi. Ülkenin tanınmış insanları buradaydı sanki. Elbette hiçbirini tanımıyordum ama üzerlerindeki şık kıyafetlerden tahmin etmek zor değildi.

Uzun ve şaşalı elbiseli kadınlar, ellerinde tuttukları kırmızı şarap dolu kadehlerden ara ara yudumlar alıyor, pür dikkat, karşılarında onlara hararetli bir şekilde bir şeyler anlatan adamı dinliyorlardı. Kimisi başını geriye doğru yatırıp kahkaha atıyor kimisi memnuniyetsizliğini göstermek istermişçesine yüzünü buruşturuyordu.

Neredeyse hepsi Japon olduğu için aralarında yabancı kalan tek bizdik. Bu yüzden içeri girdiğimizde çoğunun gözleri bize çevrilmişti. Neyse ki, bize eşlik eden adam da Japondu da, tuhaf bakışların hedefi olduğumuzda bir şeyler geveleyip durumu kurtarıyordu. Ne dediğini anlamasakta şüphelerin giderilmesinden memnunduk.

Altın sarısı renge boyanmış geniş salonun pencereleri, yine altın sarısı perdeler ile çevrelenmişti. Üzerlerine örtülen bordo rengi gecelikler ise kurdele şeklinde kenarlara tutturulmuştu. Kırmızı halının üzerine yuvarlak masalar yerleştirilmişti ama oturmak için hiçbir şey yoktu. Herkes masaların etrafında ayakta duruyor, sunulan ikramlıklardan atıştırıyorlardı. Arka fonda çalan sakin ve yatıştırıcı müzk, ortamı biraz olsun yumaştmaya çalışır gibiydi lakin kalabalığın gürültüsü şarkıyı bastırmaya yetecek kadar yüksekti.

Kimseye çarpmamaya özen göstererek salonun ortalarına doğru ilerledik. Nihayet kendimize bir masa bulmuştuk. Yuvarlak masanın etrafına dizildiğimizde, tam karşımda duran ve gözlerini üzerimize diken adam çekti dikkatimi. Bakışları oldukça sert ve karanlıktı. Yüzünde hiçbir ifade yoktu.

"Şu adam, geldiğimizden beri buraya bakıyor." Başımı eğip, sanki sohbet ediyormuş gibi Atlas'a durumu söylediğimde, profesyonelce bir hareketle adama kısa bir bakış attı.

Atlas sol tarafında, etrafı hayran bakışlarla izleyen adama doğru döndü, "Şu adam kim?" diye sordu. Diğer yandan da belli etmemesi için onu tembihliyordu.

"Partinin asıl sahibi, Hiroshi. Ülkenin ünlü biyokimyagerlerinden biridir." dediğinde hepimizin dikkati adamın üstündeydi. Tıpkı onun dikkati bizim üstümüzde olduğu gibi.

SİMURG PROJESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin