O yolda ne kadar yürüdük bilmiyorum. Yağmur duralı çok olmuştu. Ara ara, iki damla düşse de yaz yağmuru çabuk duruyordu. Atlas, ona sarılmamdan dolayı büründüğü tuhaf havadan hâlâ kurtulamamıştı ama ben pek önemsemedim. Açıkçası duyduklarımdan sonra bu önemsenecek kadar önem arz etmiyordu benim için.
Atlas'ın arabası yanımızdan geçip bir kaç adım ötemizde durduğunda, başımı kaldırıp içinden inen Seren'e baktım. Endişeli bir ifadesi vardı. Hızlı adımlarla yanımıza yaklaşırken gözleri sırılsıklam olmuş kıyafetlerimizde geziniyordu.
"Bu haliniz ne? Hasta olacaksınız!" Sessizce karşısında durup yüzüne baktım. Konuşulanları duymuş muydu acaba? Duyduğu halde duymamış gibi mi davranıyordu yoksa?
"Arabaya binelim. Daha yakın zamanda bir hastalık atlattın, tekrar üşüteceksin."
Atlas, elini sırtıma götürüp öne doğru ittirdiğinde itiraz etmeden arabaya doğru yöneldim. Benim için açtığı kapıdan içeri girerken Seren'i başka araca gönderdiğini duymuştum. Bizimle gelmesi beni rahatsız etmezdi ama Atlas'ın böyle düşünmediği ortadaydı.
Sürücü koltuğuna oturup emniyet kemerini taktı ve arabayı çalıştırdı. Islak asfalt, ay ışığı ile parlıyor, arabanın farları da ona eşlik ediyordu. Bu ıssız yolda yalnızca bizim aracımız yoktu. Hemen arkamızda, sıraya dizilmiş ekibin arabalarını görebiliyordum dikiz aynasından.
Bakışlarımı cama doğru çevirdiğim sırada Atlas'ın bana bakan yansımasını gördüm. Gözlerine bakmaya cesaretim yoktu açıkçası. Bir kez daha onun karşısında tüm benliğimle ortada kalakalmıştım. Artık bu durum alışkanlık haline geliyordu ve ben bunun olmasını istediğimden emin değildim. Sırtımı ona dayamak istediğim göz ardı edilmeyecek bir gerçekti. Ama bunu yapmadan önce, basacağım dalın sağlam olmasını istiyordum. Bu ona olan güvenim ile alakalıydı. Ya da kendi özgüvensizliğim ile..."Ağlayabilirsin." Daha önce duyduğum o yumuşak ses tonunu işittiğimde gözlerimi kapattım. Bunu söyleyeceğini az çok tahmin ediyordum çünkü Seren'i başka araca göndermişti. Rahat olmamı istiyordu, onun yanında rahat olduğumu düşünüyordu. Bir çok açıdan bu doğruydu. Gerginliğim, endişem onu görünce yok oluyordu lakin bu üzüntüm için geçerli değildi. Hassas duygular içerisindeysem ve yanımda o varsa, boynuna sıkıca sarılmak istiyordum. Ama gözyaşlarım dindiğinde, hüznüm öfkeye döndüğünde ve ruhum o karanlık boşluğa düştüğünde, onun varlığı rahatsız edici olmaya başlıyordu. Bastırdığım zayıf kişiliğime aykırıydı bu tür davranışlar.
"Ağlamayacağım." dedim sonunda uzun süren sessizliğe son vererek. Akacak gözyaşı kalmamıştı artık göz pınarlarımda. Ve daha fazla ağlamak da istemiyordum. O adam yüzünden tek damla bile akıtmayacaktım şu saatten sonra. Ona karşı nefretim öyle kabarmıştı ki tüm bedenim bununla yanıp tutuşuyordu. Babam olduğu gerçeği önemini yitirmiş, geriye hafızama düşer düşmez iğrenerek baktığım yüzü kalmıştı. Birebir yüzleşmek istiyordum onunla. Bana ve anneme yaşattıklarının hesabını bu kez başımı dik tutarak soracaktım. Karşısında değil ağlamak, bir hüzün belirtisi bile olmayacaktı yüzümde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİMURG PROJESİ
Action(Not: kitabın asıl konusunun gerçeğe dayandığını biliyor muydunuz? Artık biliyorsunuz. Hitler'in meşhur deneylerinden biri de kitabımda yer verdiğim konu ile ilgiliydi. Neyse ki başarılı olamamışlar ve deney hüsranla sonuçlanmış. Gerçi böyle manyakç...