Adam bana doğru her adım atışında biraz daha geriledim, ta ki sırtım kargoya değene kadar. Elini yüzüne götürdü ve sadece gözlerini açıkta bırakan kar maskesini bir çırpıda çıkarıp attı. Yüzünde, kaşlarından başlayıp çenesinin altına kadar uzanan bir bıçak kesiği vardı. Sol tarafında ise kaşının yarısı kazılmıştı. Dudakları tehditkârca kıvrıldığında yutkundum.
"Patron seni canlı istedi. Bu yüzden şanslısın. Küçük bir çizik atacağım sadece." Belinden çıkardığı bıçak güneşin ışığını yüzüme yansıttığında gözlerimi kıstım. Bir adım daha attı. Ve bir adım daha derken keskin silah sesi depoda yankılandı. Korkuyla yerimde sıçrayıp gözlerimi sıkıca kapattım. Kimin vurulduğunu, kimin ateş ettiğini bilmiyordum. Şu durumda bilmek dahi istemiyordum. Vücudumu olabildiğince kendime doğru çektim. Sadece iki el ateş edilmişti. Daha sonra birilerini koşturarak içeriye girdiğini duydum ama kafamı kaldırıp bakmadım.
Bir el bana dokunduğunda yerimden sıçradım. Kafamı kaldırıp elin sahibine baktım. Onun da yüzü maskeliydi. Dışarıda gördüğüm adamlardan biriydi. Dikkatle beni inceledi ve "İyi misin?" diye sordu. Kafamı sallayıp beni yerden kaldırmasına izin verdim. Diğer adam kanlar içinde yerde yatıyordu. Sırtından iki kurşunla vurulmuştu ve yüzüstü yere düşmüştü. Elleri iki yanına açılmış, kafası sola doğru dönmüştü. Ölmemişti ama kendinden geçtiği anlaşılıyordu. Adamın bedeninde dolanan ürkek gözlerim, başka bir el ile kapatıldığında aynı anda vücudumu da ona sırtım dönecek şekilde çevirdi. Bedenim neredeyse onun bedenine değiyordu. Şaşkınlıkla yüzüne baktığımda o tanıdık gözlerle buluştu gözlerim. Kaşlarını çatmış, yüz hatları gerilmişti.
"İyi misiniz?" dediğinde sesindeki endişeli ifadesi dikkatimden kaçmadı. Kafamı sallayıp onu onayladım. Adamlara doğru döndü ve vurulan adamın çıkarılmasını emrettikten sonra her zaman yaptığı gibi sırtımdan tutarak beni dışarı sürükledi.
"Burada olduğumu nerden bildiniz?" dedim merakla. Güvenli bir yere gidene kadar sorumu cevaplamadı. Nihayet birliğin oluşturduğu küçük bir grubun arasına karıştığımızda barikat olarak kullandıkları demir yığınının arkasına geçtik.
"Bunu merkeze gittiğimiz de konuşuruz." diyip eli ile bir işaret verdi. Bir adam koşarak yanımıza geldi ve başı ile ona selam verdikten sonra dediklerini pür dikkat dinlemeye başladı.
"Kızı arabaya bindir ve merkeze götür. Misafir odasına gidene kadar da yanından ayrılma. Kapıya birkaç adam dik. Onlara ben gelene kadar ayrılmamalarını söyle. Anlaşıldı mı?"
"Evet efendim!" Atlas gideceği sırada koluna yapıştım. Şaşkınlıkla bana bakarken, ona yaklaşıp diğer adamın duyamayacağı şekilde fısıltıyla konuştum.
"Oraya tekrar gitmek istemiyorum. Beni eve götürmelerini söyle ya da bırak buradan çıkıp kendim gideyim." Adama kısa bir göz attı ve tekrar bana doğru döndü. Eli, kolunu tutan elimi nazikçe çektikten sonra omuzlarımı güç vermek istermiş gibi sıktı.
"Orayı sevmediğinizi biliyorum. Lakin güvende değilsiniz. Evinize giderseniz adamlar tekrar size zarar vermeye çalışabilir." Sinirle ellerini ittirip bir kaç adım geriledim. Böyle nazik olması daha da sinir bozucuydu. Kendimi ona karşı suçlu hissetmeme neden oluyordu.
"Şöyle konuşmayı kes! Onlar olduğu kadar siz de tehlikelisiniz benim gözümde. Ortalıkta ne döndüğünü anlamıyorum ve bu beni deli ediyor." Neden bir anda böyle patladığımı bilmiyordum ama tüm gün yaşadığım şeyler o kadar üstüme gelmişti ki, duygularımı kontrol etmekte zorlanıyordum. Bir şeyler kırıp dökmek, birilerine yumruk sallamak istiyordum. Hak ettiğim bu değildi; bu muameleyi, öldürülmeyi, sürekli göz altına alınıp sorgulanmayı hak etmiyordum. Tek amacım babamı bulup annemi anlatmaktı. Neden bunlar başıma geliyordu? Neden sadece yaşamama izin vermiyorlardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİMURG PROJESİ
Action(Not: kitabın asıl konusunun gerçeğe dayandığını biliyor muydunuz? Artık biliyorsunuz. Hitler'in meşhur deneylerinden biri de kitabımda yer verdiğim konu ile ilgiliydi. Neyse ki başarılı olamamışlar ve deney hüsranla sonuçlanmış. Gerçi böyle manyakç...