Birçok kitap okumuştum öyle ki kitaplar artık hayatımın bir parçası olmuş, iki evren arasında sürekli gidip gelmiştim. Bazen kendimi olayın akışına bırakıp kurguyla sürükleniyor, bazen asla tahmin edemeyeceğim düşüncelerimi ortaya çıkartıyordu.
Çok şey öğrenmiştim ve ne zaman bir kitap açıp satırlarda gözlerimi gezdirsem yine bir şey öğrenmeye devam ediyordum. Fakat Kitapların bana öğrettiği en genel şey, ölümü unutmayarak yaşamaktı. Birisini seviyorsak bir gün onunla aramıza ölümün gireceğini her zaman bilmeli ve kabullenmeliydik.
Çünkü yaşamak, Ölümü göze almaktı.
Sessizce yürüdüğüm koridorda sadece boğuk sesler geliyor, ucu görünmeyen yolun sonundan bir şey fırlayacakmış gibi görünüyordu. Ne kadar soğukkanlı olsam da korkum bedenime yayılmaya başlamış ve istemsizce sweatimin kolunu sıkmıştım. Ellerimin kapanmasından nefret ediyordum.
Kimsenin olmadığı koridorda tek amacım Chan'nın yanına gidebilmekti. Yongbok'un tarif ettiği yolda olduğuma emindim fakat istemsizce geriliyordum. Yakalanmaktan ve Felix olduğumun anlaşılmasından korkuyordum.
Jeongin buraya gelir gelmez işimizi yapıp gidecek değildik. Bu kadar basit değildi çünkü burası onun adamlarıyla doluydu. Elimizi kolumuzu sallayıp Adamı öldürdükten sonra rahatça kaçamazdık. Buradan kaçabilmek için giriş çıkışları bilmemiz gerekiyordu. Bu yüzden bir süre burada kalacak ve planı nasıl harekete geçirebileceğimizi düşünecektik.
Duvara yaslanıp başımı yavaşça koridora doğru uzattım. Boştu. Nasıl bu kadar rahat olabiliyorlardı? Hiç güvenlik ya da koruma yoktu. Bütün koridorlar bomboştu fakat uzaklardan gelen boğuk bir ses duyuluyordu. Gergince dudağımı ısırırken nefesimi bıraktım. Bu işte bir iş vardı. Gitmekten vaz mı geçmeliydim?
"Yolunu mu kaybettin?" Duyduğum sesle birden donakalırken nefes alışverişlerim yavaşladı. Fazlasıyla yakın gelen ses bütün sessizliğin ortasında oldukça net bir şekilde duyulmuştu.
Başımı çevirip arkama baktığımda duvara yaslanmış bedeni gördüm. Daha birkaç saat önce maskeyle kapattığı yüzü şuan yaralarla kaplıydı. Dudağı patlamış ve elmacık kemiğinde bir yara oluşmuştu. Yine de hiç dayak yemiş birisi gibi durmuyordu.
Kollarını göğsünde bağladığı için şişen kol kasları onu sanki buranın lideriymiş gibi güçlü gösterirken Üzerine yüklendiği bacağının üstüne diğer bacağını atarak beni izliyordu. Kediyi andıran gözleri saliselik bile olsa üzerimden ayrılmazken sorusuna cevap beklediğini anladım.
"Ben..." Diyecekken cevabımı geçiştirerek sessiz kaldım. Yolumu kaybetmediğimi biliyordu çünkü o koruma beni bizzat odama bırakmıştı. İzinsiz çıkmışsam bir şeyin peşinde olduğumu anlamış olmalıydı. Şuan beni deniyor ve cevabımdan bir şey çıkarmaya çalışacaktı. Yongbok olsaydı ne derdi bilmiyorum ama bu çocuk ona fazla kaçardı.
Tek kaşını kaldırıp benden cevap beklediğini gösterirken aklıma gelen ayrıntı ile dudaklarım yukarı kıvrıldı. Bu çocuk Yongbok'un kim olduğunu bilmiyordu değil mi? Yongbok'la karşılaşmış olsaydı eminim Yongbok onu bana söylerdi. O zaman onun karşısında Felix'i gösterebilirdim.
"Hayır" Dedim ona dönüp aynı onun gibi duvara yaslanırken. Birden değişen davranışlarımla gözleri kısılırken sinirimi bozan sweatin kollarını sıyırdım ve göğsümde kollarımı bağladım.
"Chan hyungun yanına gidecektim. Sonuçta bana onu göremezsin diye yasak koymadınız" Dediğimde Çocuğun gözlerinden bir parıltı geçti fakat duygularını fazlasıyla iyi kontrol edebiliyordu. Ona böyle davranmam hoşuna mı gitmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Remember Who You Are|HYUNLİX
FanfictionGlances serisinin 2. Kitabıdır. Sevgisinden ve hayatından vazgeçen kişilerin ardından karanlığa hapsolmuşlardı. Yaşama tutunmaya çalışmışlar fakat yapılan yanlış seçimler sonucu bütün bağları zedelenmişti. Taki o karanlıkta bir ışık yanana kadar...