Hayat bir döngü gibidir, biz farkına varmasakta bazı olaylar sürekli tekrarlanır. Peki ya neden bu benim hayatımda olmuyor? Tüm benliğim ve kalbimle, Enes ile birlikte her günümün aynı geçmesini isterdim. Yaşasaydı eğer, o zaman birlikte okula gider birlikte eve dönerdik, birlikte ödev yapar birlikte dizi izlerdik. Günlerimiz böyle geçerdi. Aynı olayların sürekli tekrarlanması umurumda olmazdı o yanımdayken. Ama yoktu işte... Ben inanmak istemesemde yoktu.
"Hayır ya!" diye bağırdım çevremdeki insanların bana bakmasına aldırış etmeden, babam yanıma gelip bana sarıldı.
"Her şey düzelecek kızım," dedi sanki ben sorunluymuşum gibi.
"Ben ruh hastası değilim ki?" diye bağıdım, bu sefer bakışlarım Ayla ile ablam arasında gidip gelmişti.
"Tabii ki değilsin," dedi babam, lafını böldüm.
"O zaman burada ne işimiz var? Hadi baba evimize gidelim!" dedim, sakin olamıyordum. Zaten nasıl sakin olabilirdim ki? Karşınızda 'Ruh Sağlığı Merkezi' yazan bir tabela olsa siz ne tepki verirdiniz? Mekanın sahibi geldi diye bağırarak havalı bir giriş falan mı yapardınız?
"Sadece bir süre," dedi babam, kollarının arasından sıyrılıp kaçmaya çalıştım. "Emin ol burada olman senin kendini daha iyi hissetmeni sağlayacak."
Hala anlamıyordum, ne işim vardı burada? Verecekleri ilaçlar düzelmemi falan mı sağlayacaktı? Sanmıyorum. Ayla yanıma gelip hafifçe koluma dokundu.
"Ayla," dedim zorlukla yutkunarak. Saçlarımı okşayıp sarıldı bana. "Ben yanındayım." dedi ardından da.
"Hadi Gökçe içeri girelim artık, doktorun bizi bekliyor olmalı." Babamın kurduğu cümleyle birlikte tekrardan başımı iki yana sallamaya başladım, "Gitmek istemiyorum."
"Sana söz veriyorum kötü bir şey yok." diye bir kez daha konuşmaya başladı. Ardından da gülümseyerek ekledi "Bir terapi gibi düşün, sana iyi gelecek. Söz veriyorum." Ablama ve Ayla'ya baktım, yüzüme bana güven vererek bakıyorlardı. Kolumla gözyaşlarımı silip güçlü kız rolüne girdim. Kendimden emin bir şekilde başımı dikleştirdim ve sayamadığım kadar çok olan merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya başladım.
İçeriye girdikten sonra gözümüze çarpan ilk yer olan danışmanlık bölümünün yanına gittik. Açık kumral saçlı, ela gözlü bir adam başını bilgisayarından kaldırıp sıcak bir tebessümle bize baktı.
"Hoş geldiniz, randevunuz var mıydı?" diye sordu gözlerini dördümüz üzerinde gezdirerek, o bile anlayamamıştı hangimizin deli olduğunu? Benim ağabeyciğim o kişi!
"Evet," dedi babam duraksayarak, "Duygu Çetiner ile, saat dörtte." diye ekledi ardından da.
"Randevusu olan kim?" diye sordu adam gözlerini babamdan ayırmayarak, ben bunu 'Aranızdan hanginiz hastasınız?' diye sorulmuş olarak kabul ediyordum.
"Benim... Gökçe Aşkın" dedim elimi hafif yukarı kaldırarak, benim yüzümde somurtkan bir ifade varken karşımda duran adam bana inat daha güçlü gülümsüyordu. Ne yapmaya çalıştığını anlamasamda danışmanlık bürosundan çıkıp yanıma geldi.
"Siz burayı iki dakika idare edebilir misiniz? Eğer gelen birisi olursa birazdan burada olacağımı söyleyin."
Babam başını olumlu anlamda sallarken adını bile daha öğrenemediğim danışman görevlisi yanımda yürümeye başladı, bir taraftan da konuşuyordu.
"Ben Alper Öz, bu binanın danışmanıyım. Şimdiye kadar buraya çok insan geldi ve sen Gökçe... Sen hepsinden farklı bakıyorsun."
Anlamayarak başımı önümdeki hastane koridorundan ona çevirdim, kurduğu son cümle dikkatimi çekmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Beden Bir Ruh (Tamamlandı)
ChickLitBazen bir bedene aşık olduğunuzu sanarsınız. Gözlerinin mavisi veya saçlarının siyah renkte oluşu hoşunuza gider. Bu gerçekten böyle midir? Çok yakışıklı veya güzel diye mi birisinin yanında olmak istersiniz; yoksa onun yanındayken mutlu ve huzurlu...