"Gökçe artık toparlanman lazım!"
"Hayat devam ediyor Gökçe!"
"Gökçe ölenle ölemezsin!"
"Sen çok güçlüsün, artık kendine gel!"
"Eski Gökçe'yi özledik!"Ailemin geri kalanını toprağa gömeli üç hafta olmuştu, onlarla birlikte kendimi de gömmüştüm ancak bunu bilen kimse yoktu. Ayla, Ecrin, Öykü, Barış, Deniz... Tüm arkadaşlarım yanımdaydı ancak hiçbir şey hissetmiyordum. Bir nevi hislerimi de ablam ve babam ile birlikte toprağa gömmüştüm.
Hepimiz yolumuzu kaybederiz bazen. Nereye gideceğimizi hatta yolun sonunu bilmeden ilerlerleriz. Hayat bir yola benzer; çıkarsın ve sonunda nereye gideceğini bilirsin. Birde öyle bir şey vardır ki sürersin arabanı ama yolun sonunu bilmezsin. Nereye gideceğini bilmeden ilerlersin. "Akışına bırakmak" diye bir deyim vardır, bana defalarca her şeyi akışına bırakmamı söylediler. Oysa bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Yatağımın içinden çıkıp mezarlığa gitmeye bile halim yokken okula gidip hayatıma her şey normalmiş gibi devam etmem isteniyordu.
Saat gecenin dokuzuna geliyordu ve ben sabahtan beri hiçbir şey yememiştim, Barış ile Ayla harici herkes evine dönmüştü. Eğer Enez'i soracak olursanız "Başın sağ olsun" mesajından başka hiçbir şekilde benimle iletişime geçmemişti.
"Kuzum" diyerek başımı okşadı Ayla, hiçbir şey söylemedim, "Artık kendine gelmen lazım." dedi son bir haftadır kurduğu cümleyi tekrardan. Ve yine kuru bir sessizlik...
"Ben yarın yine geleceğim tamam mı, kendine çok iyi bak bir tanem!" Ve kurulan cümlenin ardından giden ayak sesleri...
"Sana çorba ısıtayım ben," Barış'ın kurduğu cümle ile bir süre ifadesizce yüzüne baktım. Aklımda ona sormak istediğim soru vardı ancak nasıl soracağımı bilmiyordum.
"Barış... Sen neden hep benim yanımdasın?" Bir anlık yüzündeki tebessüm soldu.
"Çünkü yanında olmak istiyorum... Hepsi bu."
Konuşmayı nasıl devam ettireceğimi bilemedim, Barış'ta yanımdan ayrılıp mutfağa gitmişti zaten. Onun gitmesiyle bende doğal olarak yalnız kaldım.
Babam ve ablamın cenazesinde nasıl ayakta kaldığımı bilmiyorum. Önce annem, sonra Enes ve son olarak ta ablam ile babam... Kısacası tüm sevdiklerimi sırayla kaybettim. Acıyı ilk defa bu kadar çok iliklerime kadar hissetmiştim ve biliyordum ki artık kimsenin canımı yakmaya gücü yetmezdi.
"Öykü sabah mercimek çorbası yapmıştı, onu ısıttım."
Yanıma gelen Barış ile birlikte bende aklımdaki düşüncelerden sıyrıldım, Barış'ın yüzündeki ifade hâlâ değişmemişti.
"İyi misin?"
"Evet," dedi ancak bu sadece bir kelimeydi. Nedenini anlamasamda üzgün olduğunu seziyordum.
"Neyse beni boşver, hadi çorabını iç."
Ağzıma tıktığı ekmek parçası ve ardından gelen büyük kaşıkla birlikte konuşmama engel oldu. Gözlerimi devirdim, bu onu az da olsa gülümsetmişti.
"Gökçe, artık kendine gelmen lazım! Haftalar geçti... Biliyorum çok zor bir durum ama artık alışman gerek. Ölüm herkesi bir gün bulacak, sadece bunun ne zaman olacağını biz bilmiyoruz. Bak ben senin yanındayım, tamam mı? İllaki sana güçlü ol da demiyorum, düşersen birlikte kalkarız."
Bir süre Barış'ın yüzüne aval aval baktım. Bir anda nasıl da böyle güzel konuşabilmişti? Yorganımın altından çıkıp ayağa kalktım ve elini tutup yürümeye başladım.
"Hey?" dedi ne yaptığımı anlamadığını belirten bir ses tonuyla, "Nereye gidiyoruz?" Birlikte babamın odasına girdik.
"Son kez," diye fısıldadım, "Sonra üzülmeyi bırakacağım." dedim ne kadar imkansız olacağını bilsem de...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Beden Bir Ruh (Tamamlandı)
ChickLitBazen bir bedene aşık olduğunuzu sanarsınız. Gözlerinin mavisi veya saçlarının siyah renkte oluşu hoşunuza gider. Bu gerçekten böyle midir? Çok yakışıklı veya güzel diye mi birisinin yanında olmak istersiniz; yoksa onun yanındayken mutlu ve huzurlu...