Dünyadaki en acı veren şeydi belki de sevdiğim insanı kaybetmek. Annem, babam, ablam, sevgilim... Hepsi girmişti kara toprağın altına. Şimdi Barış? Sayi neyimdi ki Barış benim? Ama şuan da bunun ne önemi var ki... Her şeyimi kaybetmiştim; geldi her şeyim oldu...
"Barış" dedim zorlukla, içimde kopan ne fırtınalar vardı ben sessiz olmayı tercih ettim. Bazen sessizlik gürültüden çok daha fazla şey anlatırdı. Anlayana...
"Barış" dedim bir kez daha, sesim gittikçe yükseliyordu. Göz pınarlarımdan akan yaşlar durmak bilmezken yanına çöktüm usulca, polisler uzaklaştırmaya çalışsa da gitmedim yanından. Ki ne yaparlarsa yapsınlar da gitmezdim...
"Hanımefendi siz neyi oluyorsunuz?" Cevapsız kalan bir soru ve durmak bilmeksizin akan gözyaşlarım. Konuşmak istiyordum, bas bas bağırarak adını söylemek, Barış'a bunu yapan kişilere lanet okumak istiyordum ama konuşamıyordum işte. Dışarıdan gelen siren sesleri ambulansın buraya gittikçe yaklaştığını gösteriyordu.
"Ambulans!" dedim tekdüze bir sesle, sanki gittikçe yaklaşan sesi sadece ben duyuyormuşum gibi davranıyordum. Ben daha ne olup bittiğini bile anlamadan gelen görevliler ambulansın geldiğinin en büyük göstergesiydi. Kolumdan tutan iki polis beni ayağa kaldırıp yan tarafa geçmemi sağlarken Barış'ı sedyeye yatırmışlardı. Beyaz gömleği kırmızıya boyanmışken onu öyle görmek canımı daha çok yakıyordu.
Görevliler sedyeyi aşağı indirdi, bende peşlerinden gittim. Banu yukarı çıkmaya cesaret edememiş olmalı ki kanlar içinde yatan kuzenini görmesi ile şok olmuştu. Zorlukla yere çöktü, gözlerinden yaşlar durmaksızın akıyordu. Bir an ne olduğunu kavramaya çalışsa da kendine gelmesi geç olmamıştı. Hem ağlıyor hemde kuzeninin adını haykırıyordu. Bütün karakol Banu'nun çığlıkları ile inliyordu... Bende ondan farklı değildim ama Barış'ın yanında olmamız gerekiyordu.
"Banu hadi kuzum," dedim kolunu sıvazlayarak. Onu öyle izlemek beni daha da kötü yapıyordu ama ikimizde dağılırsak bizi toparlayacak kimse olmazdı.
Kaldıramadım onu. Dakikalarca başı duvara yaslı kaldı öylece; iç çeke çeke ağladık birlikte. Birazcıkta olsa kendimize gelebildiğimizde dışarı çıktık; soğuk hava tenimize çarparken ambulans olduğu yerde değildi.
"Ne yapacağız şimdi?" Banu kendinden emin bir şekilde baktı gözlerime, "Ben biliyorum araba kullanmasını!" Yutkundum. Gerçekten de ona güvenmeli miydim? Ama buna mecburdum...
Güvenmek konusunda hata yaptığımı söylesem yalan söylemiş olmam, araba kullanmayı yeni öğrenmiş birisiyle yolculuğa çıkmak kesinlikle büyük adrenalin istiyordu. İnanır mısınız, yarım saatlik yolu on beş dakikada gelmiştik!
Banu arabayı durdurduğu gibi kendimi dışarı attım, onu beklemedim. Bekleyemedim. İçerideki adam benim her şeyim, herkesim olmuşken ben kimseyi bir saniye daha bekleyemezdim!
Hastaneye girdiğimde gözüme çarpan ilk şey masa başında oturan danışman oldu, adımlarımı hızlandırarak onun yanına gittim. Bu sırada Banu'da bana yetişmişti. İkimizde nefes nefeseydik, zorlukla konuştum;
"Yaklaşık yarım saat önce 17-18 yaşlarında genç bir erkek getirildi buraya... Bıçaklamışlar... Barış. Barış Sapmaz... Bıçaklanmış... Durumu ne acaba ve nerede?" Gözyaşlarım tekrardan yanaklarımı ıslatmaya başlamıştı, Barış'ı öylece yerde kanlar içinde yatarken görmek ruhumu darmadağın etmişti.
"Hanımefendi lütfen sakin olun! Hastayı ameliyata aldılar. Ameliyathane en üst katta... Daha fazla bilgiyi doktorundan öğrenebilirsiniz."
İkimizde daha fazla konuşmadık, danışmanlığın karşısındaki Asansöre doğru koştuk. İkinci kattan olduğumuz kata inmesi için tekrar tekrar tuşa bastım. Nihayetinde çıkan uyarı sesi asansörün kapısının açılmaya uygun olduğunu gösteriyordu. Şanslıydık ki ikimizden başka kimse yoktu; ameliyathanenin olduğu en üst kata çıktık. Ölüm sessizliği vardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Beden Bir Ruh (Tamamlandı)
ChickLitBazen bir bedene aşık olduğunuzu sanarsınız. Gözlerinin mavisi veya saçlarının siyah renkte oluşu hoşunuza gider. Bu gerçekten böyle midir? Çok yakışıklı veya güzel diye mi birisinin yanında olmak istersiniz; yoksa onun yanındayken mutlu ve huzurlu...