İnsanın eli kolu bağlı çaresizce oturması ne demektir bilir misiniz siz? Kulaklarım ani bir patlama sesi için hazır olda beklerken avuç içlerim sıkıntı ve stresten terlemeye başlamıştı. Biliyorum saçma gelebilir ama bizim daire ile yangın merdivenleri arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu düşünmeden edemiyordum. Barış yaklaşık yarım saattir mutfaktaydı ve ufak tefek seslerin haricinde hiçbir ses duyulmuyordu. Dayanmak zorundaydım. Oturduğum yerde onu beklemek, Barış yanıma gelince normal davranmak ve her olacak şeye karşı sabırla karşılık vermek zorundaydım. Çok komik ve saçma geliyor değil mi? 'Gökçe sen delirmişsin!' diyerek bana güldüğünüze eminim ama öyle değil işte! Bir taraftan mutfağımın moleküllere ayrılmasından endişe duyarken... Bir taraftan da Barış'ın zarar görme ihtimali tüylerimi diken diken ediyordu.
Kendime verdiğim yemini bozarak ayağa kalktım ve mutfağa doğru ağır adımlarla yürümeye başladım, mutfağın kapısı kapalıydı. Ondan daha ürkütücüsü ise içeriden mırıltı şeklinde bir ses haricinde hiçbir şey duyulmuyordu. Fark edilmemek için kapıyı oldukça sessiz ve yavaş açmaya çalıştım, içerisi çok güzel kokuyordu.
"Yeşilini bırak
Bak gün doğacak uzaklarda... bir yerlerde
Sensiz kalacak bütün ormanlar yanacak bu çürük kalbimde
Gökyüzüne bir bak gri bulutlar ıslatacak ikimizide"İlk defa Barış'ın bir şeyler mırıldanmasına şahit oluyordum. Sesi gerçekten de çok güzeldi... Bir erkeğin sesine göre fazla güzel. Bir süre öylece onu izledim, arkasını dönmeye bile tenezzül etmeden adımı söyledi. O anlık şaşkınlık ve heyecan karışımı duyguyla olduğum yerde sıçradım.
"Gel hadi gel," diye ekledi. Barış, önündeki cam kaba limon sıkarken utana sıkıla yanına gittim. Salatayı yapıyordu.
"Bari ben yapsaydım onu," Gözlerim salatanın üzerinde dolaşırken ne demek istediğimi anlamıştı. Barış hiçbir şey demeden sadece gülümserken ne yemek yaptığını görmek için ocağın üzerindeki tencerelere baktım. Kuru fasulye ve pilav...
"Vay be!" dedim gururla, aynı zamanda şaşırmış bir vaziyette, "Erkeklerde kadınların milli yemeğini yapabiliyormuş." Barış salatayı iki farklı kaba ayırırken güldü. Devamında aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Sessizliği bozan ise ben oldum.
"Ben masayı hazırlıyorum, sende tabakları, çatalları ve kaşıkları getir." O, dolap kapaklarından tabakları çıkartırken ben çoktan oturma odasına geçmiştim. Hâlâ kendime inanamıyorum... Bir maç uğruna içeride yemek yememize nasıl izin verdim; aklım almıyor!
Masayı baştan sona sildikten sonra tam üzerine örtü seriyordum ki mutfaktan gelen gürültülü ses elimdeki örtünün yere düşmesine neden oldu.
"Barış iyi misin, ne oldu?"
Bir taraftan ona seslenirken bir taraftan da hızlı adımlarla mutfağa yürüyordum, Barış ise sessiz kalmayı tercih etmişti.
"Bana bir şey olmadı ama..." Duraksadı. Ben de tam o anda mutfağa girmiştim. Gördüğüm manzara beni içten içe sinir ederken Barış'a bir şey olmamış olması tüm benliğimi rahatlatmıştı.
Salata kaplarından ikisi de yerdeydi... Camdan olmaları onları paramparça etmişti ve içerisindeki salata da her yere dağılmıştı. Ne kadar da çok yağ vardı onun içerisinde? Çıplak ayakla o zeminde yürüyen birisi kesinlikle düşerdi ve Barış'ın elinden neden kaydığını da böylelikle anlıyordum. Bir süre aklımdaki düşüncelerle boğuştuktan sonra olduğum yerde donduğumu anlamak çokta zor olmadı. Mutfak kapısından içeri birkaç adım atmıştım ki bu sefer de Barış beni engelledi.
"Buraya gelmiyorsun, sırçalar ayağını keser." Barış bir taraftan yerdeki cam kırıklarını toplarken bir taraftan da bana laf yetiştiriyordu. Kendisine kızgınlığı o kadar büyüktü ki elinin kanadığının farkında bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Beden Bir Ruh (Tamamlandı)
ChickLitBazen bir bedene aşık olduğunuzu sanarsınız. Gözlerinin mavisi veya saçlarının siyah renkte oluşu hoşunuza gider. Bu gerçekten böyle midir? Çok yakışıklı veya güzel diye mi birisinin yanında olmak istersiniz; yoksa onun yanındayken mutlu ve huzurlu...