20. Bölüm

65 51 15
                                    

Aklımda onlarca soru vardı, bunların en başta geleni ise "neden" di. Neden? Bizi kim neden şikayet etmiş olabilirdi ki? Barış'a çevirdim bakışlarımı, onun gözleri zaten benim üzerimdeydi. Polisler ile aynı arabada olduğumuzdan dolayı konuşamıyorduk.

Hiç bitmeyecek gibi gelen yol sonunda hedeflendiği yere, karakola, gelmişti. Polislerin işini zorlaştırmamak adına zorluk çıkartmadan bizi yönlendirdikleri yere gittik. Bizi karşılayan kabaca bir adam oldu; odanın ferahlığı adamın varlığı ile boğuluyordu sanki...

"Barış ve Gökçe... Siz misiniz?"
"Evet polis bey, biziz... Hakkımızda neden şikayet geldiğini öğrenebilir miyiz?" Barış'ın verdiği tepkiler düşündüğümden çok daha azarlayıcıydı. E adamı tabi maçından ayırıp taa karakollara getirirseniz sinirlenir!
"Önce aileniz gelsin sonra öğrenirsiniz!" Adam da Barış'ın konuştuğu gibi konuşmuştu, azarlayıcı!
"Bizim bizden başka kimsemiz yok Polis bey!"
Al işte! Adamla uğraştıkça uğraşıyordu.

"Artık söyler misiniz neden buraya geldiğimizi? Eve gitmek istiyoruz!" Adam küçük bir çocukla oynarmış gibi dalgayla baktı yüzümüze. Barış'ın gittikçe sinir olduğunu hissedebiliyordum.

"Pekela, biz gidiyoruz o zaman!" Ben daha ne olduğunu bile anlayamazken Barış kolumdan tutmuş beni dışarı sürüklüyordu. Dilim lal olmuştu sanki de konuşamadım o an.

Tam dış kapıdan çıkacakken bu sefer de yakamıza yapışan iki polis memuru ile olduğumuz yerde kalmak zorunda kaldık. Zorlama ile az önce olduğumuz yere, bize çocuk muamelesi yapan adamın odasına, gittik.

"Nedir bu saygısızlık? Aileniz size hiç mi öğretmedi terbiye nedir! Ama merak etmeyin ben öğreteceğim! Atın şu ikisini nezarete!"

"Ne alaka!" İçimden geçen kelimeler dışarı yansımıştı. Anlık refleksle ağzımı kapatsam da polis bey beni duymuştu.
"Oo bakıyorum da küçük Hanım'ın da sesi çıkıyormuş!" Alayla dolu bir kahkaha attı. "Devlet çalışanlarına karşı saygı neymiş öğrenebilmeniz için küçük hanım... Çok alaka yani!"
Sinirden sıktığım dişlerim kırılır mı diye düşünmeden edemezken adama olan kinim gittikçe büyüyordu. Bu durumu gerçekten de çok abartmıştı!

İkimiz de daha fazla konuşmadık. Kaba adamın sözü üzerine görevli iki polis memuru da bizi nezarethaneye götürdü. Aynı odada iki farklı parmaklıklar arasındaydık. Bizi birbirimizden ayıran tek şey ise demir çubuklardı...

"E şimdi ne olacak peki?"
Aramızdaki demirlere rağmen yan yana oturuyorduk. Barış imalı bir şekilde gülüp cebine göz attı, "Bak burada ne varmış?" Anlam vermeye çalışarak cebine baktım ve çıkarttığı telefon ile ağzım bir karış aralandı.

"Maçın sonucunu öğrenmek için hazır mısın?" Göz devirdim ama gülüşüme de engel olamıyordum. Bu çocuk gerçekten çılgındı.

Canlı yayına girdi ve telefonu da çaprazında tutup ikimizin de görmesini sağladı, maç bitmiş ve spiker konuşmaya başlamıştı. Kendimi spikerin sesine odaklamaya çalışırken dışarıdan gelen gürültülü ses ikimizin de dikkatini dağıtmıştı. Barış hızla telefonunu kapatıp cebine koydu.

İçeri giren bizim yaşlarımızda bir kızken sürekli arkasını kolaçan ediyordu ve nihayetinde kapıyı sessizce kapatıp yanımıza geldi. Başka bir deyişle parmaklıkların önüne çöktü. Barış şok içinde kızı ağzı açık bir şekilde izlerken ben nasıl tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Hem o neden kızı ağzı açık izliyordu ki? Garip!

"Ba-Banu?"
Barış'ın nereden tanıdığını bilmediğim ancak en azından adının Banu olduğunu öğrendiğim kız oldukça sessiz bir şekilde konuşmaya başladı.

İki Beden Bir Ruh (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin