Üstümde hala duran dar siyah elbisemin verdiği rahatsızlıkla omzumu dikleştirdim. Sonunda biten siren seslerinin verdiği merakı perdeleyip kendimden emin bir şekilde 3 dakikadır çalmayan kapıyı açtım.
Kapıyı açtığımda gördüğüm şeyle gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bahçenin kapısında, polis memurlarının araçlarının önünde, Boran ve 2 polis memuru konuşuyordu.
Boran ellerini ceplerine koymuş rahat bir tavırla onlarla konuşurken benim de adımlarım onlara doğru gitmişti. Yanlarına vardığımda üçünün aynı anda bakışları beni buldu. Boran'a bakmadan polis memurlarına bakıp, "Bir sorun mu var?" Dediğimde polis memurları samimiyetle başlarını sallayıp bir tanesi, "Yok. biz beyfendiyle konuştuk o size anlatır. Rahatsız ettik kusura bakmayın." Dedi ve cevap vermeme izin vermeden arkalarına dönüp araçlarına bindiler.
"Geç içeri!" Diye sert bir tonla konuşan Boran'a kaydı bakışlarım. Sinirle bana bir bakış attıktan sonra eve doğru yürümeye başladı.
Salona girdiğimizde, "Ne oldu? Delil yetersizliğinden serbest mi bıraktılar beni?" Diye alayla konuştuğumda ateş saçan gözlerini bana çevirdi.
Sinirle gülüp koltuğa oturduktan sonra, "Siktiğim silah için gelmemişler. Orda buldukları 27 cesetten birinin Emre olabileceğinden, ki ben görüntüleri sildirttim ama o civarlarda Emre kameralara yine yakalanmış..Gelin adli tıpa bakın o mu 27 cesetten biri dediler işte. Dinlemedim." Dedi açıklama yapmaktan sıkılmış gibi sonda sesinin tonunu yükselterek.
Fakat ben dehşetle ona dönmüş, "27 CESET? EĞER 27 CESETTEN BİRİ EMREYSE SENİ ÖLDÜRÜRÜM BORAN!" Diye avazım çıktığı kadar bağırmıştım. Şaşkın bakışlarını ben bağırmaya başladığımdan beri bana çevirmişti.
Sesinden bastıramadığı hayal kırıklığıyla, "Beni öldürmene gerek yok. Yaklaşık 15 dakika sonra burda olur." Dedi ve oturduğu yerden kalkıp bahçeye açılan cam duvarın önünde durdu, bana sırtını dönerek.
Sinirle nefesimi verip onun kalktığı yere oturup önüme düşen saçlarımı elimle geriye attım. "Nasıl hallettin? Sorgulamadılar mı neden Emre'nin orda olduklarını?" Diye sakin bir ses tonuyla sordum.
Yüzünü bana dönmeden, "Hallettim işte. Zaten beni tanıdıkları için söylediğim şeye inandılar. Halloldu yani uğraşmazsın." Dedi o da benim gibi oldukça sakin bir ses tonuyla.
Sırtımı koltuğa yaslayıp kafamı koltuğun başlığına koydum ve beyaz tavana bakarak, "Silahımı orda bırakmam aptallıktı. Böyle bir hatayı nasıl yaptığımı kafam almıyor. Silah onların eline şu an bile geçmiş-"
Sözümü böldü. "Silah onların eline falan geçmedi. Adam yolladım oraya ve orda gebertiğim adamların silahı dışında başka silah olmadığını söyledi."
Kaşlarım çatılmış, bakışlarım onun bana dönük sırtını bulmuştu. "Silah onların yanında değilse başka birinde. Aleyhime kullanabilirler." Dedim ve bıkkınlıkla nefesimi verdim.
"O biraz sıkar." Diye mırıldandığında duymayacağım sandı heralde.
Kontrol hastasıydı. Yani eskiden. Bir olay onun kontrolünden çıktı mı delirirdi. Sanırım bu yüzden bu kadar delirmişti.
Geçen sessizliğin ardından, "Neyse zaten olmaz bir daha öyle bir şey." Dediğimde sonunda bir renk koyulaşmış gözlerini bana çevirip, "Olmayacak zaten." Dedi.
Anlamadığımı belli eden bir şekilde kaşlarımı çattığımda söylediği cümleyi açtı. "Geri çekiliyorsun bu saçmalıktan. Git Holdingin başına otur,patik ör. Ya da ne yaparsan yap ama bu iş çok uzadı. Bu bataklıktan çıkıyorsun." Dedi itiraz istemeyen sesiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Müptelâ
Teen FictionBirbirine bağımlı iki kalp... Birbirine bağımlı iki insan... Yıllar sonra karşılaşırsa ne mi olur? ***** Dudaklarının karşısındaki dudaklarıma bakıp yutkundu, Dudaklarımın karşısında duran dudaklara bakıp yutkundum. Kalbimin tekrar deli gibi atma...