Ve hayat bana tekrar sinsice gülümsedi.Şaşkınlık ayak parmaklarımdan başlayıp tüm bedenimde dolaşırken gözlerimi kırpmadan karşımda bana silah doğrultan iki insana bakıp duruyordum. Çakma kahramanım ve Emre.
Bakışlarım Emre de durdu. Bana maalesef der gibi başını yana yatırıp Miraç'la aynı anda silahı arkamdaki Boran'a çevirdiler.
Bu sefer vücudumda şaşkınlık dolaştıran kanım çekildi. Korku duygusu ele geçirdi bedenimi. Nefesimi tuttum. Arkamdaki Boran hâla aynı pozisyondaydı.
Sonunda kendime gelip, "Ne yapıyorsunuz siz?!" Diye bağırdım. Fakat ikisi de bana bakmadı. Silahlarının namlusu Boran'a doğrultulmuştu.
"Emre napıyorsun?!" Diye tekrar bağırdığımda bu sefer ikisinin bakışı da beni buldu. Ben Emre'ye bakıyordum. Emre omzunu silkti, "Üzgünüm Mitra."
Sinirle, "SİKTİR ORDAN! ÜZGÜNMÜŞ!O SİLAHI İNDİRMEZSENİZ YEMİN EDERİM İKİNİZİ DE VURURUM!" Diye bağırdım fakat ikiside kımıldamadı.
Sözde olmamalıydı. İkisinin de bende kredisi kalmamıştı.
Hızla orta sehpanın üstünde duran silahı aldım ve Miraç'a doğrulttum. Fakat gene milim kıpırdamadılar.
Bakışlarımı bir cesaretle Boran'a çevirdim. Öylece durmuş olup biteni izliyordu. Hala kımıldamamıştı.
Bakışlarımı tekrar Emre'ye çevirdim ve "İNDİR ŞU SİLAHI!" Diye bağırdım.
Her şey aniden olmuştu. Ne olduğunu anlamıyordum. Benim ellerimdeki silah neden Miraça doğrultulmuş? Miraç ve Emre'nin silahları neden Borana doğrultulmuş? Neden ben salonun tam ortasında dururken, Boran kırılan camların ortasında oturmuştu öylece? Neden Miraç ve Emre bahçeye açılan cam kapının önünde bize öylece bakıyorlardı?
Neden?
Basit bir soru gibi görünsede, sorulan durumu fazla ağırlaştırırdı. "Neden?" Kendi başına basit bir kelimeyken, "neden yaşıyorum?" Sorusu çaresizlikti. Hayat bunu insanın kendisine sordurtacak kadar çaresiz bırakıyordu.
Belki yapabileceğim en yanlış şeyi yaptım.
Yapmam gereken en son şeyi. Belki omuzumdaki yükü hafifletmek istedim. Bilmiyorum.Silahın namlusunu kendi kafama dayadım.
Aynı anda üç yerden "MİTRA!" Diye sesler duydum.
Yemin ederim yorulmuştum.
Gözlerimden yaşlar yağmur misali akıyordu.
Ellerim titremiyordu bile.Kendini bu kadar mı ölüme hazırlamıştım?
Miraç ve Emre silahını indirmiş aynı anda bir adım öne atılmışlardı. Boran'ın da kalktığını hissediyordum. Hepsini görmek için sırtımı duvara döndüm ve bir adım geriledim. Boran sağ tarafımda kaldı. Miraç ve Emre de sol tarafımda.
Hepsi nefesini tutmuştu. Ben ise nefesimi kesmek istiyordum.
Ellerimdeki silahı kafama daha çok bastırdığımda bakışlarımı Borana çevirdim.
Elleri titremeye başlamış, gözyaşları usul usul yanaklarından süzülüyordu. Omuzları hala düşük, saçları hala dağınık ve ıslaktı.Gülümsedim, "Yemin ederim çok yoruldum. Anlam veremiyorum artık hiçbir şeye. Anlamlandırmadığım bu boktan hayat bana fazla. İstemiyorum aptal bir intikamı almayı da. Hiçkimsenin ahı hiçkimse de kalmıyordu ki. İlla benim de ahım birilerinden çıkardı. Ama benim daha fazla anlamaya çalışıcak gücüm yok..." bakışlarımı Borandan alıp Emre'ye çevirdim. "Benim sana niye diye sormaya gücüm yok. Neden hayatıma girdin? Benden ne istiyorsun? Neden abimmiş gibi davranıp güvenmemi sağladın? Neden beni sevmedin? Diye sormaya gücüm yok. Alacağım cevapları duymak bile istemiyorum. Yapmak istedin yaptın. Bitti bu kadar. Ben seni içimdeki davada tutuklu yargıladım." Bakışlarımı zorlukla Miraç'a çevirdim, "Peki sen? En çok sana kızmaya hakkım yok. Sen yabancısın. Ama seninle dört aydır tanışıyoruz ve seni gerçekten çok sevdim. Çekti hep seni bir şeyler bana doğru. Sen gerçek bir çakma kahramansın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Müptelâ
Teen FictionBirbirine bağımlı iki kalp... Birbirine bağımlı iki insan... Yıllar sonra karşılaşırsa ne mi olur? ***** Dudaklarının karşısındaki dudaklarıma bakıp yutkundu, Dudaklarımın karşısında duran dudaklara bakıp yutkundum. Kalbimin tekrar deli gibi atma...