🍪74🍪

530 85 132
                                    

Tmm öyle olsn siz yorum yapmayın ben yazarım🚬

Ama düzenlemicem küstüm.

🍪

Kurabiyelerimizin yanmış olma korkusuyla aşağı resmen koştuğumuzda, mutfağa resmen daldığımızda ve fırının camına nerdeyse suratlarımızı yapıştırdığımızda aslında korkulacak bir şey olmadığını etraftaki tek kokunun mis gibi pişmekte olan kurabiye kokusu olduğunu hemen fark etmiştik. Moratonluk endişemiz maratonluk bir rahatlama ile puf olup gitti yani. Her şey yolunda!

Belli ki Sayın Baba hazretleri kendilerini bebeklerle görmemiz den ve şahsına dik dik bakmanızda rahatsız olmuş bizi bilerek korkutmuş, konuyu çarpıtıp kaçırmıştı.

Aman çok da meraklıydık sanki?

"Bir an yanacaklar diye ödüm koptu!" Endişeli bir iç çekişle söylendi ve geriye giderek bir sandalyeye oturdu. Oldukça büyük fırın eldivenlerini takmış tepsiyi tezgaha götürmekle meşgul olduğundan ona dönüp cevap veremedim. Aşırı konsantreyim şu an dilim falan dışarıda, kaşlarım çatık. Zaten onun da turduğu sandalyeden kalkışı uzun sürmedi ve hemen kurabiyelerin başına dikilip kocaman mavi gözleriyle izlemeye başladı.

İlk defa kurabiye görüyor gibiydi.

Gülümsedim "Sakın dokunma çok sıcak." bana bakmadan başını sallayıp elleri tezgahı tutar halde dumanı yüzüne vuran tepsiye eğilerek bakmaya devam etti. Pembe, desenleri dörtgen eldiveni çıkartıp kapağını açık bıraktığım fırının üzerindeki tezgaha yapışık ocağın yanına bıraktım ve ben de onu izlemeye başladım.

Küçük şeylerle mutlu olan insanları çok severdim. Kendimde hep buna dikkat etmiştim Louis her ne kadar başlarda öyle olmasa da o da artık bunu anlıyordu. Bu gelişimini fark ediyordum. Bana mutluyum diye kızan, sürekli bir şeyler için söylenen çocuk gitmişti! Belki de benim yanımda böyledir bilmiyorum ama yine de şu hali çok güzel.

Küçük mutlulukları yaşayıp fark edersek ancak o zaman büyüklerini görebiliriz. En azından ben buna inanıyorum, bizim ilk defa yan yana gelerek yaptığımız bu kurabiyeciklere karşı tutumumuz da sadece örnek olabilir size o kadar.

Aralık pembe dudaklarına,  az önce üzerine geçirdiği tüylü yeşil hırkanın uzun kolları ile kısmen örtülen ellerine, şu tatlı burnuna ayh öyle işte coşkuyla bakıyordum ona bol bol. Hep de bakardım, gençlik ve çocukluk aynı anda ruhuma hükmediyor balım varken. Bir çocuk gibi her seferinde aynı kişiyi görsem bile şaşırıp heyecanla izliyor; bir genç gibi sınırsız ve aceleci tavırlarla daha çok anı biriktirmek istiyordum.

Hatta benden kaçmasa istemekle kalmazdım.

"Yanına biraz çay yapalım. Sen tabak ve fincan hazırla olur mu?" Hevesle beni onaylayıp hemen tabak, bardak çıkarttı ve bilin bakalım ben tam o sırada neyi fark ettim?

Dolapların cidden gereğinden yüksek rafları vardı.

Olsun.

O yine de küçük.

Bunu hiçbir güç değiştiremez. Topuklu ayakkabılar dışında...

Çayı hazırladım, çok tatlı ve güzel bir İngiliz Çaydanlıkları vardı eskiden kalma olduğu belliydi. O da tabakları hazırladı: bize ortak, üç küçük kıza ortak, Lottie için ayrı ve baba gibi babaya ayrı kurabiye koymuştu. Hepimiz çayı odada içecektik, babişko hariç, ve kızların uyku saatine kadar başlarını beklememiz gerekiyordu, balım öyle dedi sorgulamıyorum, nedenini de bilmiyorum ama sanırım kızlar babalarından korkuyorlar...

It's Time / LSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin