"Ben sana mecburum, bilemezsin. Adını mıh gibi aklımda tutuyorum." demiş şair. Yazdığı her kelime, aklından geçen her düşünce, hissettiği her duygu bu mısralara yansımış. Aşkı, çaresizliği, yalvarışı, haykırışı, ilan-ı aşkı... Şu iki cümlede bile barınmış hepsi. "Ben sana mecburum, sen olmazsan benim varlığımın ne anlamı var ki?" demiş. İşte bu bahsettiği satırlar, benim son birkaç ayımı anlatıyor resmen.
Hani'ye gelişim, alışma sürecim, yalnızlığım, kendimi bulma çabam, olgunlaşmam, yeniden farklı hisleri yaşamam ve onu hak etmem. Hepsi, kulağa oldukça uzun gelen fakat aslında sadece birkaç aylık bir serüvenin ürünü. Şimdi ise onun yokluğuyla sol yanımın, sonbahardaki yapraklar gibi sararıp solduğu altıncı gün. Altı gündür ondan hiçbir şekilde haber alamıyor, ona ulaşamıyor, özlediğim sesini duyamıyor, görsem yüzümü hatta dünyamı aydınlatacak gözlerine bakamıyordum. Tedirgindim, çünkü bu sürecin daha da uzamasından korkuyordum. Şu an bile ona nasıl ulaşabileceğimi bilemezken, böyle elim kolum bağlı sinir bozucu bir bekleyiş içerisindeyken bile yüreğim sürekli merakla çarpıyordu.
O gece... Şu ana kadarki hayatımda yaşadığım tarifsiz duyguların tamamını o gece yaşamıştım. Kalbim adeta kuş olup uçuverecekti, öyle hızlı çarpmıştı. Soğuk havaya inat yanaklarım al al olmuş, vücudumun dengesi şaşmıştı. Ondan evlilik teklifi almıştım ve bu çok ani olmasına rağmen o anki şaşkınlıkla kabul edip hayatımda bambaşka bir bölüme geçiş yapmıştım. Ama daha sonra sevincimizi yaşayamadan o, gitmişti. Yapayalnız, parmağımdaki yüzükle, ardından el sallamış ve içimden bir an önce dönmesi için Allah'a dualar etmiştim. Talimat verdiği asker, beni evime dek bırakmıştı. O gece, yüreğimin pır pır edişinin üzerine gözüme uyku dahi girememiş, sabah ezanıyla beraber güneşi selamlamış ve hayatıma kaldığı yerden devam etmiştim.
Yine okula gidip derslerime girmiştim, öğrencilerimle ilgilenmiş ve sınava girecek olan savaşçılarımla mücadelemize hız kesmeden devam etmiştik. Şimdi ise evimde oturup onsuz geçirdiğim şu altı günü düşünüyordum. Teklif o kadar aceleye gelmişti ki arada kaynayıp gitmişti. Kimseye haber bile vermemiştim. Çünkü her şey bir anda bu raddeye gelmiş ve hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etmişti. Anlamlandıramıyordum. Bizim hayatımız bundan sonra böyle mi olacaktı?
Bu düşündüklerim bencillikle alakalı değildi. Aksine Yıldırım, üzerine basa basa söylemişti yaşayacağımız ayrılıkları. "Ama ayrılıklar da sevdaya dahil." demişti. Sahiden de dahil miydi?
Bilmiyordum. Kafam allak bullaktı. Bir ömür boyu onu, yüreğim ağzımda bekleyebilecek miydim? Ya bir gün Alper gibi onun da ölüm haberini alırsam? O zaman ne yapacaktım? Yine mi sil baştan başlayacaktım? Peki gücüm buna yetebilecek, yüreğim kaldırabilecek miydi?
Şu altı gün bile eziyet gibi geçmişti benim için. Derste sürekli onu düşünüyor ve kendimi veremiyordum. Odaklanamıyordum. Biri bir şey sorduğunda bile tekrarlamazsa ne dediğini dinleyemiyordum, anlayamıyordum. Ama en çok da içinde bulunduğum bu buhranlı süreci anlamlandıramıyordum. Ben cidden böyle bir şeye hazır mıydım?
Kafayı yiyecek duruma gelmiştim. Ondan haber alabileceğim bir işi olsa ya da daha güvenli olsa acaba bu denli sancı çeker miydim? İşte bu sorular beynimi delip geçiyordu. Boş veremiyordum. Çünkü parmağımdaki yüzüğü her hissedişimde aklıma karga sürüsü gibi üşüşüveriyordu sorular. Ve ne yazık ki cevaplanamadan...
Sonra her şey daha da kötüye gitmeye başladı. Bu sefer daha da ileriyi düşünür oldum. Tekrar hamile kalsam, bir çocuğumuz olsa ve bir gün... O işte bir gün ya başımıza gelirse? Ben tek başıma nasıl? Ah... Daha dilim bile varmazken yüreğim nasıl el verecekti? Ben daha kendimi ayakta tutamazken o zaman nasıl başa çıkacaktım bu çetrefilli hayatla?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Romansa"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...