Engerek'in söyledikleri üzerine Yıldırım'ın gözüne bir an olsun uyku girmemişti. Gözünü yumduğu her an karanlığın arasından Müge'nin ölü bedeni onu selamlıyordu. Bu gördüğü gerçek olacak diye ödü kopuyordu. Bir kez daha kayıp vermek istemiyordu fakat şeytanla yeniden kumar masasına oturmuştu. Eline dair bir açık vermeyen azılı düşmanına, dişlerini boğazına geçirmiş leopara bakan bir ceylan yavrusu gibi yalvaran gözlerle haykırıyordu adeta. Ama nafile... Elinde hiçbir koz yoktu. Her geçen dakikayla beraber umutları da kum taneleri gibi ellerinin arasından akıp gidiyordu.
Altı gün olmuştu. Altı gündür Müge'ye dair tek bir iz dahi bulamamışlardı. Yalnızca Engerek'ten gelen o video vardı. Bu süreçte Yıldırım, tamamen bir hayalet gibi etrafta dolanırken Müge'nin ailesine telefonla ulaşılmış ve bizzat Komutan tarafından bilgilendirmeler yapılmıştı. Kızlarının başına gelenleri duyan Ergün ailesi, adeta dağılmıştı. Buldukları ilk uçakla Diyarbakır'a gelen Ergün ailesi, karşılarında bir muhatap bulabilme umuduyla Yıldırım'la görüşmek istemişlerdi. Fakat Yıldırım, yüzlerine bakacak cesareti kendisinde bulamamıştı. Bir yanda Müge'nin ailesi bir yanda Yıldırım, öylece, elleri kolları bağlı, bekliyorlardı. En son Müge'nin annesi, içinden: "Rabbim, sana yalvarıyorum, ya ölü ya diri, kızıma kavuştur beni." diyerek dualar etmeye başlamıştı. Müge'nin babası ise bir yandan dağılan eşini toparlayabilmek için insanüstü bir çaba sarf ediyor bir yandan da kendine hakim olmak için çabalıyordu. Ama Yıldırım'ı her görüşünde kızının başına gelen bunca şeyin sorumlusu o! diye başının içinde şimşekler çakıyordu. Kızı inat etmeseydi, olanları sineye çekseydi, belki şimdi sıcacık yatağında, huzurla uyuyor olacaktı. Lakin Müge bir karar vermişti, kimse bunların olabileceğini tahmin edemezdi sonuçta. Müge de bilememişti.
Müge'nin çalıştığı okuldaki herkes de haberlerden, gazetelerden bir şekilde olayın habercisi olmuştu. Birkaç kez okuldan hocalar gelip Müge'yi sorsalar da elleri bomboş, gerisin geri dönmüşlerdi. Müge'nin öğrencileri, Yorgun Savaşçıları ise bu süreçte çok büyük bir yıkıma uğramışlardı. Fakat diğer hocalarının motive edici sözleri, öğütleri sayesinde çalışmaya devam ettiler. Müge Hoca'ları dönene dek o varmışçasına bu sürece devam edeceklerdi.
Müge'ye gelince... O, bulunduğu soğuk depodan alınıp başka bir yere götürülmüştü. Burası da önceki gibi oldukça soğuktu fakat biraz daha konforluydu. İçi mobilyalı olan bir dairede kalıyordu şimdi. Halen daha tam anlamıyla nerede olduğunu anlayamamıştı, korkusu her geçen dakika kat be kat artıyordu. Ancak içinde bir yerlerde hep bir umut vardı; o umut, yapraklarını döke döke, filizlenerek büyümeye devam ediyordu. Bir yaprak gibi tir tir titreyen yüreği, Yıldırım'a kavuşacağı günün hayaliyle ısınmaya çalışıyordu. Ama bu büyük bilinmezlik, boğazına sarılan eller gibi soluğunu kesiyordu. Geceleri ağlıyor, gündüzleri kuruyan gözyaşları ile hüzünlü uyanıyordu. Tanımadığı adamlar tarafından getirilen yemeklerden yemiyor, tepsiyi almak için yeniden gelen adamların ne olacak bu kızın hali? bakışları altında boşluğa dalıp gidiyordu.
Odaya getirildiği gün, resmen sinir krizi geçirmişti. Kapının tam karşısında duran masanın üstündeki kristal sürahiyi ve su bardağını duvara fırlatıp paramparça oluşlarını izlemişti. Tıpkı kendisi gibi.
Sese gelen adamlar da Müge'nin kendine bir zarar vermesinden korkarak ona ağrı kesici vermiş ve odadaki çoğu eşyayı alıp, yere saçılan cam kırıklarını temizleyerek Müge'yi bir kez daha yalnız bırakmışlardı. Müge, ilaç sebebiyle gece geç saatlerde kendine gelebilmişti. Uyandığında odada yalnızca yattığı yatak, tahta masa ve sandalye kalmıştı. Odanın en köşesinde de alaturka bir tuvalet ve lavabo bulunuyordu. Odadan ayrı durması için paravan çekmişlerdi.
Tepedeki ufak açıklığa bakarak ne zaman gün aymış ne zaman kararmış anlayabiliyordu. Duvarlar sinir bozucu derecede bembeyazdı. Bu beyazlığa inat olsun diye beyaz floresan aydınlatmayı da Müge'nin uyumadığı saatlerde açık bırakıyorlardı. Sanki bu bomboş odada ayağa kalksa, bir yere takılıp düşeceği vardı da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Romantiek"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...