4. BÖLÜM

18.9K 840 39
                                        

Yüreğimde umutsuzca çırpınan kanatsız kuşlar, umutlarımı ilmek ilmek sökerken geriye kalan boşluktan sızan soğuk içimi dağlıyordu. Geçmişin emareleri her gün daha da derinleşerek yokluğunu bir an olsun unutturmuyordu. Yalnızlık, gölgem gibi güneşin yüzüme vurduğu her an yanımda biterek yüreğimi karanlığa boğuyordu.

Monoton bir şekilde ilerleyen günlerim, çalkantılı bir döneme giriş yapmıştı. Doğu'daki terörü bizzat, en acı şekilde yaşıyordum. Akşam sokaklarda yankı yapan köpek havlamaları yerini, kan ve barut kokusuna bırakmıştı. Artık gün doğumu insanlar için acı vericiydi. Güneş ışığının düştüğü yerlerdeki cesetlerin üzerlerinde uçuşan karasinekler, bahar çiçekleri yayılması gerekirken etrafa yayılan kan kokusu ve Kürtçe ağıtlar, uyandığım her güne lanet ettiriyordu.

Yine o sabahlardan birine uyandım. Gözlerimi yakan yaşlar, dinmeksizin süzülürken evime ceset kokusu yayılmasın diye âdeta camlara kilit vurmuştum. Sınırdaki tehdit, her geçen gün birçok vatan evlâdını canından ediyordu. Terör baş göstermekle kalmamış, şehri suiistimal etmişti. Sokağa çıkma yasağı ilân edildiği günlerde yalnızlığımla ve duyduğum silah sesleriyle boğuşmama Alper ve komşularım yardımcı oluyorlardı.

Paytak adımlarla banyoya gidip yüzüme su çarptım ve dişlerimi fırçaladım. Bugün de sokağa çıkma yasağı ilân edilmişti. Evde diken üstünde bir hâlde, pencere ve kapılardan uzak durmak kaidesiyle vakit öldürecektim. Kahvaltılık birtakım şey çıkarıp az da olsa karnımı doyurdum ve bilgisayardan film açtım. Keşke okula gitmemize izin verilseydi. Bu terör belası yüzünden eğitim-öğretim resmen linç ediliyordu. Ve maalesef ki bizler, elimiz kolumuz bağlı sadece bekliyorduk. İçler acısı bir durumdu!

Oflayarak izlesem de bir halt anlamayacağım filmi kapattım ve Alper'i aradım. Uzun bir çalıştan sonra açıldı telefon.

"Günaydın, nasılsın fıstık?"

Zor da olsa gülümsedim.

"Sıkıntıdan ölmek üzereyim, vakit geçiriyorum. Sen nasılsın?"

Oflayıp: "Bende de durum aynı." dedi. "Yasak yarın kalkacakmış diyorlar ama şu durumda ne kadar etkili olur, hiç bilmiyorum. Öğrencilerden, eğitimcilerden terör korkusunu söküp atmaya yetecek bir şey yok ki elimizde!"

"Haklısın fakat yapabileceğimiz hiçbir şey yok."

"Var! Tıpkı Sevda Hanım gibi Batı'ya tâyin istemek ve ardımıza dahi bakmadan kaçıp gitmek, buradaki insanları ölüme terk etmek ve daha nicesi! Bizim yerimizde olanlar bunları yapıyor ama biz oturuyoruz. Neden?"

"Çünkü vicdanımız el vermiyor."

"Aynen öyle!"

Daha fazla uzatmayıp telefonu kapattım. Çünkü Alper, bu konuda oldukça fevriydi ve onunla konuşmak yoruyordu. Kin doluydu, çaresizdi ancak pes etmiyordu. Fakat aynı şeyleri dönüp dolaşıp konuşarak elimize hiçbir şey geçmiyordu. Sadece birbirimizi zedeliyor ve sinirlendiriyorduk. Neyse ki yarın okula gidebilecektim. Gelen bir avuç öğrenciye terör korkusunu hissettirmeden ders anlatmaya çalışacaktım. Bu artık çok zordu. Artık bunları düşünmek, çaba göstermek yoruyordu.

Bunları düşünürken saniyeler içerisinde gerçekleşen pencerenin parçalanması ve duvara isabet eden merminin izi dehşete düşmeme yetmişti. Masanın altına geçip dakikalarca bekledim. İçgüdüsel olarak tehlikenin geçtiğini düşünüp yavaşça kırılan cama kadar emekleyip pencerenin ucundan dışarıya baktım. Görünürde kimsecikler yoktu. Derin bir nefes verip dörtte biri kırılan cama bıkkınca bakıp odama gittim ve sakinleşmek adına tekrar uyudum.

ZAHTERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin