"Göklerde ay doğdu ninni,
Yıldızlar kayboldu ninni,
Yum sen de güzel gözlerini,
Biricik yavrum, ninni!
Yuvada yavru kuş ninni,
Erkenden uyumuş ninni,
Yum sen de güzel gözlerini,
Biricik yavrum, ninni!""Annem..."
"Söyle oğlum."
Yumulu gözlerimin ardından uyku sersemliğiyle konuşuyorum şimdi.
"Ben uyusam bile elimi bırakma, olur mu?"
Yüzüme bir damla yaş düştüğünü hissediyorum. Annemin saç tellerimin arasında kayan giden parmaklarından tutup gül kokulu elini öpüyorum. Onun o yaşlarla ıslanan yüzünü görmek istemediğim için gözlerimi sıkı sıkı yumuyorum. Annem de bundan güç alıyor ki ağlamaya devam ediyor sessizce, içine içine.
Daha sonra burnunu çekip yutkunuyor. "Bırakmam oğlum. Sen istesen de istemesen de bundan gayrı bırakmam." diyor. Verdiği cevap beni tatmin ediyor, dizine sarılıyorum. Yüzümde de huzurlu bir gülümseme...
Birkaç dakika geçiyor, annem beni uyudum zannediyor. Ama ben hala uyanığım. Ağlaması şiddetleniyor. O ağladığı için benim de göz kapaklarımın ardından gözlerim doluyor ama fark etmemesi için dudağımı ısırıyorum. Annem eğiliyor, alnımdan öpüyor. Gözyaşlarımın arasından yine tebessüm ediyorum.
"Ben bir evladımı daha kaybetmeyeceğim. Bir evladımı daha toprağa vermeyeceğim. Rabbim bana bir daha aynı acıyı yaşatmasın." diyor. Kanım buz kesiyor. Tebessümüm hızla yok oluyor.
Annem bu sefer sanki bana değil, abime sarılıyormuş gibi sımsıkı sarılıyor. Başımdan nazikçe ama defalarca kez öpüyor. Hem de kokumu içine çeke çeke. Hıçkırıklarını işitiyorum bu kez. Kalbimdeki kuşun kanadı yaralanıyor, sızlıyor. Öyle bir sızlıyor ki feryat figan çırpınıyor. Kuşumun gözünden bir damla yaş akıyor, akan yaş ilerledikçe yarasından sızan kanıyla karışıp yok oluyor. Ve gönlümün kapısına bir pranga vuruluyor. Annemi de, kuşumu da saklıyorum orada. Yıllarca... Sonra annem o kuşa sımsıkı sarılıyor. Üstü başı kan içinde. Sarılırken ağlamaya başlıyor. Tüylerini tarıyor parmaklarıyla. Gözümü kapatıp açmamla o kuş, abime dönüşüyor. Annemin elleri arasında yaralı abimi görüyorum. Ama sadece yaralı değil, ayrıca ölü. Bedeni yavaş yavaş morarıyor, annemin elini tutuyor, toprak olmadan evvel dönüp bana bakıyor. Öyle bir bakıyor ki... O bakışı bir daha asla unutamıyorum. Annemin elleri arasında bir avuç toprağa dönüyor.
Annemin yanına ilerliyorum. Temkinli... Annem öyle ağlıyor ki... Kendini kaybetmişçesine... Sanki acısı ilk günkü gibi taptaze. Elimi omzuna koyuyorum ama elim yok oluyor. Diğer elime bakıyorum, bacaklarıma bakıyorum. Hepsi bir anda yok olmaya başlıyor. Panik yapıyorum. Kulaklarımda hızla tuşlarına dokunulan bir piyano çalıyor. Piyanonun ritmi öyle bir hızlanıyor ki gittikçe yok oluyorum. Korkum da kat be kat artıyor.
Annemin ağlaması kesiliyor. Eğdiği başını kaldırıp benimle göz göze geliyor. "Oğlum, Yıldırım'ım..." diyor. Sonra bir bakıyorum annem bir mezarın başında. Mezar taşını okşuyor. Mezar taşına bakıyorum, üstünde yazanı okuyorum: Yıldırım Bozkurt. Ve yok oluyorum, toprağa karışıyorum. Annemin gözyaşları, üzerime yağıyor yağmur gibi. Yaşlar birikip su oluyor, bu kez de o suda boğuluyorum. Gittikçe... Nefessiz kalıyorum ama başa çıkamıyorum. Kulaç atıyorum, bağırıyorum ama nafile... Su, beni ana kucağına çeker gibi yutuyor, kayboluyorum.
Gözümü açtım ve soluksuz kalmış ciğerlerime derin bir nefes çektim. Boğulmuşçasına bir hissiyatla elimi boğazıma götürdüm. Kalbim maraton koşmuşçasına hızlı atıyordu. Hızla yataktan kalktım ve karanlık odada yürüyüp pencereyi açtım. İçeri dolan soğuk, terli yüzüme tokat gibi çarptı. Yumduğum gözlerimi açıp gökyüzüne baktım: Gri bulutlara, yanıp sönen yıldızlara, dolunaya... Ama benim gökyüzüm yoktu. Hiçbirinde o yoktu. Günlerdir ondan bir haber yoktu. Umudumu kaybetmemek için kendimi ne kadar sıkarsam sıkayım olmuyordu işte. Müge'mi bulamıyordum. Ne dirisini ne de...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Romance"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...