Görev tamamlandıktan sonra helikopter Moskova'dan Ankara'ya yola çıkmıştı. Yıldırım ve Tim, oldukça yorucu geçen bir görevi daha başarıyla tamamlamanın haklı gururunu yaşıyorlardı. Üzerlerine bir sis gibi çöken yorgunluğu demleyen zafer hissiyatı, hepsine tatlı bir huzur veriyordu. Memleket toprağına hasret kalan yürekleri, Anıtkabir semalarından geçerken dolup taşmaya başlamıştı. Gözleri dolu dolu, kalpleri büyük bir özlemle atıyordu.
Nihayetinde evlerine dönmüşlerdi. Helikopter, Genelkurmay Başkanlığının özel tesisine iniş yaptığında hepsi toparlanmaya başlamıştı. Onları bekleyen askerlere ve komutanlarına selam vererek sıraya geçmişlerdi teker teker.
Yıldırım da helikopterden indiğinde onları bekleyen Komutan'ına selam verdi. Hep birlikte daha fazla Ankara'nın ayazına maruz kalmamak adına karargâha geçtiler.
Toplantı odasına giden yolda koridorlar, postal sesleriyle adeta yankılanıyordu. Görevden dönen timi gören her asker onlara saygıyla selam veriyor ve döndükleri için içlerinden ettikleri şükür, yüzlerine yansıyordu pare pare.
Salona geçtiklerinde klasik bir operasyon sonrası durum değerlendirmesinde bulundular. Toplantının en can alıcı yerine geldiklerinde Komutan, hepsinin yüzüne teker teker bakarak ve biraz da çekinerek sordu:
"Hain bizden mi yoksa istihbarattan mı çıktı?"
Yıldırım, rahatsızlık içerisinde kıpırdanırken derin bir nefes verdi ve açıklamaya başladı: "Komutanım, fabrikaya ulaştıktan sonra bazı detaylar günyüzüne çıkmaya başladı. Melih dışındaki istihbaratçıların fabrikaya ve sisteme dair bu denli bilgi sahibi olmaları bizi şüpheye düşürdü."
"Bu gayet normal, Yüzbaşı. Hepsi aylardır bu plan üzerinde çalışıyordu. Didik didik ettiler her şeyi. Bu sebeple operasyona birlikte çıktınız."
Yıldırım sertçe yutkundu. "Komutanım, biz de keşifler yapıyoruz, araştırıyoruz. Fakat girişi zor ve bilinmez olan bir sisteme temkinle yaklaşıyoruz. Onlarda bu yoktu. Gayet bilgi sahibi ve soğukkanlı bir şekilde bizi yönlendirdiler. Hiç yanılmadan, sarsaklamadan bizleri tuzağa çektiler."
Komutan, kaşlarını çattı: "Ne tuzağı?"
Korhan bu sefer Yıldırım'dan sözü devraldı: "Komutanım, bizleri istihbarattakilerle tehdit ettiler. Yaptıkları ne kadar kirli iş varsa üstlenmemiz gerektiğine dair bir yazı okutturmaya çalıştılar. Yani Türkiye Cumhuriyetini bitirmeye çalışanların sözde biz olduğunu iddia etmemiz istendi. Böylece hükümet, müttefiklerle kriz yaşayacak ve devletimiz büyük bir zan altında kalacaktı. Bizler de bunu reddettik. Fakat istihbarattan bir zat, adeta Yıldırım'ın aklını çelmeye teşebbüs etti. Bu devrede bizler de iyice kuşkulandık. Yıldırım, onları denedi ve sonuç olarak hain oldukları ortaya çıktı. Bizimle çatıştılar ve ele geçirdiğimiz ajanlardan bazısı da bunu teyit etti."
"Ve maalesef, Komutanım..." diyerek devam etti Yıldırım. "Bu henüz bir başlangıç."
Komutan, sorgu dolu bakışlarla onun yüzüne bakmayı sürdürdüğünde kelimeler dudaklarının arasından bir tokat gibi çarpa çarpa çıktı: "İstihbarata girebilecek kadar gözlerini kararttıklarına göre, bu demek oluyor ki içimizde de hainler var."
Komutan yumruğunu sertçe masaya vurdu. Darbe sesi toplantı odasının duvarlarına çarparak yok olurken ortalık adeta ölüm sessizliğine bürünmüştü.
Komutan, yılların verdiği yorgunluğun ve nice anının emaresi olarak kalan alnındaki çizgileri eliyle sıvazlarken gözlerini yumdu. Kabul edemiyordu. Bu denli şerefli bir rütbeyi taşımanın onurunu her gün yaşayan bir asker olarak hainlerin bu şanlı üniformayı kirletmelerini asla kabul edemiyordu. Nasıl bu raddeye gelinmişti? Sırt sırta çarpıştığı, ölüme bile birlikte gittiği, aynı anadan olmasa bile damarlarından deli deli akan kanla dahi birbirlerine kardeşçesine bağlı olduğu insanlar nasıl bu kurumun haysiyetiyle oynayabilirdi? Nasıl devletine ihanet edebilirdi? Bir avuç toprak için canını veren ataları, söz konusu yüksek meblağlara karşın gözü karartmış ve yine de vatanı için orduda çatışmıştı. Şimdi aptal bir kağıt parçasıyla kimler kimlerin şerefini satın alabiliyordu. Bu duruma düşülmüştü demek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Romance"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...