Oradan oraya savrulan bir yapraktım. Ağacından ayrılmış, yolunu kaybetmiş, rüzgarına kapılmış uçuyordum. Kiminin yanından süzülüyor, kimisinin de ayağının altında eziliyordum. Ama içimde hep bir yere ait olacağıma dair umudum vardı. Her şeye, herkese inat kalbimin sesini dinlemiştim. O daldan kopmayı belki ben istememiştim ama yolumu kaybetmişken kendimi bulmaya ben karar vermiştim.
Beni aldatan nişanlımı affetmemiştim. Her ne kadar ona sevgiyle bağlanmış hatta tüm benliğimle güvenmiş olsam da karnımdaki bebeğime böyle bir kötülük yapmayı göze alamamıştım. Çünkü bebeğimin, aldığı her yaşla yüreğindeki yarası daha da sızlayacaktı. Onun bir hata sonucu dünyaya geldiğini, istenmediğini daima yüzüne vuracaklardı. Ve ben her gün onun gözlerinden akan yaşlarının sebebi olduğum için kendimden nefret ederek hayatımı sürdürmek zorunda kalacaktım. İşte bu noktada ondan vazgeçtim. Verdiğim kararın sonuçlarına katlanmayı göze alarak bunu yaptım. Çünkü kalbim, doğru olanın bu olduğu konusunda beni inandırmıştı. Ancak babamın, annemin o aşağılarcasına bakışları altında ezileceğimi ya da çevremdeki herkesin ağızlarında çiğnedikleri bir sakızdan farkımın kalmayacağını nereden bilebilirdim ki? Her gün bana bir hayal kırıklığıymışım gibi bakmaları, yüzlerindeki o tiksinç ifadeleri, vebalıymışım gibi benden bir anda uzaklaşmaları... Halbuki bu günahın tek sebebi ben değildim. Kimse Mert'e hesap sormamıştı, bütün fatura yalnızca bana kesilmişti. Niye birlikte oldum, niye bu çocuğu öldürdüm, niye aldatıldım, niye nişanı attım, niye tayin istedim? Niye ya niye? Ben kimim ki? Benim duygularım olamaz, benim onurum yok, ben bir erkeğin iki dudağının arasından çıkan sözlere muhtaç kesilmeliyim; benim ne haddime, öyle değil mi?
Değil. Yeter artık, değil.
Bu hayatı ben yaşıyorum, bu hayatta kiminle ne yaşayacağıma ya da kimin hayatıma dahil olacağına ben karar veriyorum. Çünkü ben her şeyden önce bir insanım. Etten, kemikten olmayı geçtim duyguları olan, kalbi olan bir insanım. Dizimi kırıp, başımı öne eğip, çenemi kapatıp, bir erkeğin eline bakarak hayatımı idame ettiremem. Bu kötülüğü kendime yapamam.
İşte bir gece aklımdan geçti tüm bu düşünceler. Başımı koyduğum yastık, benimle birlikte her gece çeşitli heyecana, strese, hayale ortak olmuştu. Ama daima birilerine göre yaşamıştım. Okuduğum okullar, gittiğim ya da gitmediğim etkinlikler, hayatımda yeri olacak insanlar... Hep birilerinin dediğiyle belirlenmişti. İşte kırılma noktam o gece, içeride uyuyan annem ve babama rağmen, valizimi toplayıp evi sessiz sedasız terk etmemle olmuştu. Yürümüştüm. Saatlerce yürümüştüm ve kimse bana nereye? dememişti. Attığım her adımla beraber üzerimden bir parça giysi çıkarıyormuşçasına rahatlamıştım. Boğazıma sarılan elleri bileklerinden yakalayıp çekmiştim. Ciğerlerime dolan her nefes, içimdeki cesareti harlayan bir alev gibiydi.
İlk kez birinin koyduğu kaseti değil, kendi yazdığım şarkıyı dinlemiştim. Birinin açtığı kapıdan geçmeyi reddedip tırnaklarımla kazıya kazıya kendi rotamı belirlemiştim. Tayin konusunda eski Müge'nin yapamayacağı bir şeyi yapmış ve Diyarbakır'ı istemiştim. Ama bunu sonradan pişman olacağımı bile bile değil, kendimi kendi başıma bulabilmek için yapmıştım. Çünkü Diyarbakır, daha önce kıyısından köşesinden dahi geçmediğim, hiçbir bağlantımın olmadığı bir şehirdi. Birine yalvarmamak için, kendi kendime yetebilmek için burayı istemiştim. Ve ilk defa, verdiğim bir karar yüzümü kalben güldürmüştü. Evet, çok yalnız kalmıştım. Evet çok acı çekmiştim, çok itelenmiştim. Ama bir şekilde hayattan bana güç gelmişti. Dizlerimin üzerinden kendi başıma doğrulmamıştım belki fakat Yıldırım bana elini uzatmış ve tuttuğu elimi de hiç bırakmamıştı.
Lakin kendimi bulma yolculuğumda geçmişimin verdiği ağırlık, Yıldırım'ın gözlerindeki aşkla yeniden nüksetmişti. Yaşadığı kaybı, acıyı, yalnızlığı, çaresizliği onunla beraber sırtlanmaktan ilk kez korkmuştum. Daha kendimi yeni yeni toparlayabilmişken onunla bir hayat düşüncesi nefesimi kesmişti. Göze alamamıştım, paniklemiştim. Ve onu kırmakla kalmayıp paramparça etmiştim. Oysa o bana hep olduğu gibi görünmüştü. Kendini açmıştı, yarasını kanatacağını bile bile bunu göze almıştı. Bense küçük bir kız çocuğu gibi bunca cesaretli tavrımın aksine yüz üstü kapaklanmış ve olduğum yerde hıçkırıklara boğulmuştum. İki büklüm olmuş, kendi kabuğuma çekilmiştim. Ama Yıldırım, yine vazgeçmemişti. Yine benim kalkabilmem için bana elini uzatmıştı. Peki ben ne yapmıştım? Ona da bir çelme takmış, onun da yere düşmesine sebep olmuştum. İkimiz de yerde öylece kalakalmıştık. Ancak bu sefer bize elini uzatan kimse olmamıştı. Birbirimizden başka o kadar kimsemiz yoktu ki ikimiz düşünce kalkacak gücü bir başkasından bulamamıştık. Nihayetinde bu da bana, birbirimizden başka kimsemizin olmadığını göstermişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Storie d'amore"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...