8. BÖLÜM

14.3K 667 59
                                    

Günler, içimde bitmek bilmeyen bu acıya alışmaya çalışarak geçti. İlk zamanlarda bana acıyan bakışlara maruz kalsam da zamanla insanların ilgi alanından uzaklaşmıştım. Şimdi ise eskiden olduğu gibi tek tabanca olarak hayatıma devam ediyordum işte.

İlk bir hafta cenaze sebebiyle izne çıkmıştım. Daha sonraki haftalarda ise hiçbir şey olmamış gibi derslere girmiş, kurslar vermiş, dönem sonu için yazılıları hazırlayıp kontrol etmiştim. Kitaplığımda okunmayı bekleyen kitaplarıma sarılmış, günlerimi düşünceli bir halde duvara bakarak geçirmiştim. Mezarlıktan sonra bir daha hiç görmemiştim Yüzbaşı'yı. Birkaç kez ona ulaşmayı düşünmüş ancak ismini bilmediğim ve telefon numarasını almadığım için bu kararımdan vazgeçmek zorunda kalmıştım.

Sokaklardaki hareketlilik ise geceleri devam ediyordu. Silahlar yine patlıyor, askeri araçlar sokaklarda tur atıyordu. Bense tek başıma karşımdaki boş sandalyeye bakarak yemeğimi yiyor, kahvemi yudumlarken plaktan gelen müzik eşliğinde kitabımı okuyordum. Sonra da kıvrılıp bir köşede uyuyakalıyordum.

Annemler bu süreçte arama zahmetinde dahi bulunmamışlardı. Yalnızca kuzenim Defne aramıştı. Alper'in cenaze töreni görüntülerinde beni de görmüş ve baş sağlığı dilemek için aramıştı. Sorsanız umurumda olmuş muydu? Kesinlikle hayır.

Hacer Abla da memleketinden dönmüştü. Ara sıra beni kahve içmeye, yemek yemeye çağırıyordu ama bir mazeret uydurup reddediyordum. Allah'tan çok üstelemiyordu yoksa kalbini kırabilirdim ve bunun için çok pişman olurdum. Bu aralar sağım solum belli olmuyordu çünkü. Duygularım kördüğüm gibi olmuştu. Hiç beklemediğim anlarda duygu patlamaları yaşıyordum. 

Şimdi de okul kursundan çıkmış, evime yürüyordum. Çocukların yazılı ve performans notlarını sisteme girmem gerekiyordu. Dönem sonuna geldiğimiz için de karneleri ve belgeleri tek tek imzalamam lazımdı. Evrak, dosya işleri işte. Klasik, sıkıcı.

Sokağın başındaki markete uğrayıp alışverişimi yaptıktan sonra yürümeye devam ettim. Sokakta top oynayan çocuklara buruk bir gülümseme bahşettim. İçimde ukde olarak kalmış bir şeydi, anne olmak. Sevdiğim adamdan bir çocuğum olsun, ona gözüm gibi bakayım, yüreğim her an ona bir şey olacak diye endişeyle çarpsın, gözlerim daima onu arasın, yaşama bağlanma amacım o olsun isterdim. Hayatımın tam da merkezine koyayım ve etrafında pervane olayım, asla gocunmam. Lâkin hayat bana öyle şeyler yaşattı ki bırak anne olmayı, daha gerçek sevgiyi bile ayırt edemiyordum. Neyin bedeliydi bu yaşadıklarım, hangi günahın getirisiydi bunca acı, zerre fikrim yoktu. Derin bir nefes verip apartman kapısından girdim ve aşinası olduğum merdivenleri tırmandım. Dairemin önüne geldiğimde kapıyı uyuşuk hareketlerle açtım. Poşetleri mutfağa bırakıp üzerimi değiştirmek için odama gittim. Rahat bir şeyler giydikten sonra mutfağa girip ellerimi yıkıyordum ki kapı çaldı. Elimi havluyla kurulayıp kimin geldiğini tahmin etmeye çalışarak kapıya yürüdüm. Kapı deliğine bakınca az daha küçük dilimi yutacaktım. O gelmişti.

Derin bir nefes alıp kapıyı açtığımda gülümseyişi büyümüştü. Yaslandığı kapı pervazından doğrulup elini havaya kaldırarak: "Selam." dedi.

Gözlerimi devirip kapıyı kapatıyordum ki ayağını kapının arasına sıkıştırıp kapanmasını engelledi. Öfkeyle bir soluk verip: "Ne istiyorsun, Mert? Niye geldin?" diye sordum.

Dudaklarını birbirine bastırıp alttan küçük bir çocukmuş gibi baktı yüzüme. Elini ensesine götürüp kaşırken: "Seninle konuşmak istiyorum. Gittiğinden beri sana bir açıklama yapamadım. Sana bir açıklama borçluyum." dedi.

"Ben göreceğimi gördüm. Açıklamaya lüzum yok. Git." dedim.

Başını iki yana sallayıp: "Hayır, Müge. Bak, kabalık ettim. Mesleğinle, seçiminle alay ettim. Özür dilememe ve sana her şeyi baştan sona açıklamama izin ver. Lütfen." dediğinde sinir bozukluğuyla onu süzdüm. Niyetini ölçmeye çalışıyordum ama nefretim daha ağır bastığı için girmesine izin verdim.

ZAHTERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin