Ölüm... Öyle bir oturuyor ki insanın üzerine, boğazı düğümleniyor. Yutkunamıyor, soluksuz bırakıyor. Gözyaşları dinmek bilmiyor hattâ içini dağlıyor. Kalp kırıklıkları içerisinde feryât ediyorsun, kimseye duyuramıyorsun sesini. Kırıkların batıyor tenine, oluk oluk kan geliyor yüreğinden. Dindiremiyorsun. Engelleyemiyorsun. Acılar içinde, öylece, yitip gidiyorsun.
Sonra yalnızlık gelip boynuna sarılıyor ilmek gibi. Sıkı sıkı sarıyor boynunu. Her gün onun yüküyle yaşamaya çalışıyorsun. Hâlbuki yaşayan bir ölüden farkın kalmamış. Sonuçta nefes alıp veriyorsun diye hayatı doyasıya yaşıyorum diyemezsin ki. Devam etmek zorunda olduğundan, verdiğin sözleri tutman gerektiğinden yaşamaya zorluyorsun kendini. Yüreğinde bir zamanlar var olan yaşama şevkin de ellerinin arasından öylece yitip gidiyor işte.
Ben de tutunacak dalımı, ailem yerine koyduğum insanı kaybettim. Gözlerimin önünde... Çaresizlikten geberdim ama elimden hiçbir şey gelmedi. Şimdi deselerdi: "Şu önünde duran tabutta o değil de sen olmak ister miydin?" diye, yemin ederim isterdim. Yeter ki o yaşasın, o iyi olsun derdim. Onun aldığı nefes bile benim için mükâfat olurdu. Ancak yapamadım, başaramadım. Şimdi musalla taşının üzerinde, Türk bayrağına sarılı tabutta yatan benim kanımdan değildi belki ama canımdandı. Resmine bakmak bile acı veriyordu. Gözlerinin içi gülüyordu deyim yerindeyse. Işıl ışıl, dolu dolu bakıyordu. İnci gibi dişleri vardı. Ne de güzel gülerdi! Bir kahkaha atardı, etrafındaki herkesi gülümsetirdi. Yeşillerini bir an bile ayırmazdı öğrencilerinden. Yüreği ufak bir kuş gibi titrerdi sevdiği birine bir şey olduğunda. Fevriydi ama tam bir vatanseverdi. Öğrencileri için canını feda etmiş bir kahramandı. Gurur duymaktan asla taviz vermeyeceğim Şehit Öğretmen'imdi.
Şimdiyse o gözler bir daha açılmamak üzere kapandı. O dudaklara bir daha sesini duymayalım diye kilit vuruldu. Geriye sadece hatıralarımız, yarım kalan hayâllerimiz kaldı. Bir de kırılan kalplerimizle biz kaldık.
Hatırlarım: Bizim evde her akşam haberler izlenirdi. Babam eline alırdı Türk kahvesini, dikkatle dinlerdi tüm haberleri. Ben de ders çalışırken ya da anneme sofrayı hazırlamasında yardımcı olurken göz ucuyla bakardım. Şehit haberlerini de hiç unutmam: Sunucu, önceki haberleri gür sesle sunup o habere geldiğinde sesini kalınlaştırır, yutkunur, belki de gözleri dolu dolu olur. Yavaş yavaş söyler şehidin ismini, memleketini... Sonra cenazesini koyarlar ekrana: Yere yığılan bedenleri, acıyla haykıran anaları, babasının üniformasını giymiş evlâtları, abisinin veyahut kardeşinin resmini başı dik bir şekilde taşıyan o gençleri, bir çınar gibi ayakta durmaya çalışan lâkin içi kan ağlayan babaları... "Şehitler ölmez, vatan bölünmez!" sloganları atılır, devlet büyüklerine boynu bükük, acıyla söylenir: "Vatan sağ olsun." cümlesi. Sonra haber akışı devam eder. Sağlık, magazin, röportaj, siyaset... Sanki o anlar hiç yaşanmamış gibi olağan bir şekilde sürer hayatlar. Kimse bilmez o şehit anaları şimdi ne haldedir, evlât acısıyla yanıp tutuşan o baba nasıl dayanıyordur? Ne acı...
Ben de bilmezdim. İnsan başına gelmeyince anlayamıyormuş meğer. Kor gibi yanıyor yüreğim, onun bir daha yanımda olmayacağı gerçeği yüzüme tokat gibi çarpıyor her an. Kelimeler tükeniyor, gözyaşları konuşuyor sadece. Benim canımı toprağın altına koyarlarken bile sadece bakıyorum. Elimden hiçbir şey gelmiyor. İsyan edemiyorum, ona yeniden can veremiyorum, ne haddime! O öylece gözlerimin önünde giriyor toprağın altına ve üzeri şiir gibi kara toprakla dolduruluyor. Kader, diyorum. Kaderin önüne geçilmez, diyorum. Kendimi avutmaya çalışıyorum. Zavallıca...
Yanımdan akıp geçen bedenlere bakıyorum boş gözlerle. Hepsinin ağzından çıkan kuru bir: "Başınız sağ olsun." Öylece başımı sallıyor, sindirmeye çalışıyorum. Nafile... Hepsi görevlerini tamamlamanın verdiği rahatlıkla evlerine, işlerine dönüyor. Onlar için hayat devam ediyor çünkü. Ya ben? Ben nasıl devam edeceğim yoluma? Her şeyi unutup sıfırdan mı başlayayım mesela? Şu görünmez pelerinimi giyip mücadeleme devam mı edeyim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Romance"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...