Müdür'le geçen sürtüşmeli rekabetimizin ilk safhasının ardından okuldan çıktığım gibi ev bakmaya başladım. Bu sıcakta gerçekten akıl erdirilemeyecek hamlelerde bulunuyordum ancak ne kadar atik davranırsam o kadar fazla meyve yiyebilecektim. Şu an hiçbir dayanağım yoktu; ne ailem, ne fazla param, ne de yardım eli uzatan bir kişi... Hiç kimsem olmadığı gibi elimde de avucumda da bir şey yoktu. Ancak "umutsuzluk" lügatımda olmayan bir kelime olduğu için sefâlet içinde dahi olsam yine inadım daha ağır basmaktaydı.
Emlak ofisleriyle uğraşma girişimini es geçerek civardaki "kiralık" yazısı asılı olan birkaç evin numarasını aldım ve ev sahipleriyle konuşup evler hakkında bilgi aldım. Kira bakımından pek içime sinen eve henüz ulaşamadığım için pes etme noktasına gelmiştim. Fakât o an hayat bana güldü sanki, bir anda bir teyze çıktı karşıma.
"Kızcağzım sabahtır seni izliyorum şu balkondan, sıcağın altında dönüp dolanırsın akbaba gibi evlerin arasında. Başını sokacak bir hane arıyor gibisin, komşum Hacer'in üst katı boştur. Gel bir konuşturayım istersen."
Seve seve kabul ettim tabi. İsmi Dicle olan teyzeyle sohbet ede ede Hacer dediği komşusunun kapısına varmıştık bile. Hacer Teyze bir yandan evden bahsederken bir yandan da hakkımda bilgi topluyordu:
"Bak evin salonu güneye bakıyor. Yazın çekilmez ama şöyle bahar ayları pek bir hoş olur. Sen öğretmen miydin kızım?"
"Evet, ... Lisesine atandım. Edebiyat öğretmeniyim."
"Oh oh maşallah! Girişteki bahar dallarını görmüşsündür, onlar baharda bir kokar ki sorma! Evine oda kokusu gerek kalmaz. Tabi kocan nasıl kokuları sever bilmem ama."
"Evli değilim, bekârım."
"Vah, vah! Kızım sen bir başına mı geldin buralara? Ne yapacaksın Diyarbakır'da böyle tek başına?"
"Hacer Teyzeciğim ben evi beğendim, gayet de istediğim gibi. Kira için şey-"
"Kızım, beyaz yakalısın ya maaşını aldığında ödersin. Artık eline ne geçerse! Sen benim de artık bir kızımsın. Hiç lafı olur mu?"
"Estağfurullah Hacer Teyzeciğim, elbette ödeyeceğim ancak dediğim gibi bu ay içinde ne zaman verebilirim, bilmiyorum. Ama emin olun, hemen ödeyeceğim."
Hacer Teyze'yle el sıkıştıktan sonra kontrat işini de halledip yorgun bir ifadeyle eşyalı evi süzdüm. Az bir temizliğe ihtiyacı vardı, onun dışında tadilat gibi ince işlere lüzum yoktu. Bu hem kesemin rahatlamasına hem de boğazıma sarılan ellerin gevşemesine bir nebze de olsun fayda sağladı.
Hacer Teyze'yle ve Dicle Abla'yla vedalaştıktan sonra otele gittim. Dicle Abla'ya "teyze" dediğimde suratını buruşturmuş ve kaşlarını çatmıştı. Zaten onun yanında ben altmışlık nine gibi kalıyordum, on sekizlik fidan gibiydi kendisi, fiziken de ruhen de.
Otel odama çıktığımda sabah almış olduğum duşun tesirini yitiren bedenime bir daha su çarptım. Duştan çıktıktan sonra akşam yemeği için serin tutmasını umduğum saks mavisi tulumumu giydim. Parmak arası, halk deyimiyle "şıpıdık" terliklerimle, açık büfe sırasına girip tabağımı yöresel yemeklerle doldurdum. Birbirinden lezzetli yöresel tatları tadarken telefonumu kontrol ettim gelen arama veya mesaj var mı diye lâkin ne annemden bir çağrı ne de babamdan bir mesaj... Hiç arayanım, soranım yoktu. Kendimi kanatları kırılmış bir melek gibi hissediyordum: öyle çaresiz, öyle bîtap...
Bir damla gözyaşı, ılık çorbama düştüğünde burnumu çekip kendimi topladım. Öyle ya da böyle artık güçlü olmak zorundaydım. Bu kadar kolay kırılmamalı ya da kafamı böyle şeylerle yormamalıydım. O yüzden Diyarbakır'ın yöresel çorbasını bitirdikten sonra meftuneden yedim. Patlıcanlı, etli ve ekşili yemek malzeme bakımından türlüyü andırıyordu. Garsondan öğrendiğime göre patlıcan yerine kabak da kullanılıyormuş. Ekşi aromasının üzerine kana kana su içtim ve paluze tatlısıyla yemeğimi noktaladım. Cevizli, üzümlü, pekmezli olan tatlı hem midemi rahatlattı hem de afiyetime afiyet kattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Romance"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...