Hani'ye gelişimin üzerinden tam üç hafta geçmişti. Bu üç hafta içerisinde belli bir ders çalışma programı hazırlamış, Hacer Teyze'nin alt katına taşınmış ve Alper'le birbirimizi iyice tanımıştık. Okullar ise yarın açılıyordu. Oldukça heyecanlıydım.
Temizlik, ütü gibi ıvır zıvır işleri hallettikten sonra oturup Türk kahvemi yudumlamaya başladım. O sırada titreşime aldığım telefonumun ekranına çağrı düştü. Ekrandaki tanımadığım numaraya bakıp daha önceden hatırlayıp hatırlamadığımı kısa bir es vererek düşündüm ancak çıkaramadım. Telefonu açıp: "Alo?" dedim.
Karşı taraftan bir süre ses gelmedi. Daha sonra ise ahizede onun uğursuz sesi yankılandı: eski nişanlım Mert'in...
"Müge, naber?"
Ukala bir ses tonuyla sorduğu soruya karşılık delirmemek için kendimi tuttum.
"Ne var Mert, hâlen daha hangi yüzle beni arayabiliyorsun?"
Derin bir nefes verdi.
"Müge, duyduğuma göre Diyarbakır'a gitmişsin?" dedi soru sorarcasına.
"Evet, doğru duymuşsun. Ne oldu?"
"Müge, nasıl desem... Diyarbakır yani, yürek mi yedin kızım? Ah gerçekten, gerçekten pişmanım. Doğru bir şey yapmadım ve ben sıfırdan başlamaya hazırım. Yani bırak şu öğretmencilik oyunlarını da geri dön. Eskisi gibi olalım. Müge ve Mert... Çok özledim seni. Seni, tenini, kokunu, gülüşünü... Yanımda ol, mutlu edeyim seni."
Sakin bir tavırla: "Bitti mi?" diye sordum. Sessizliği karşısında devam ettim.
"Valla yüzsüzlüğüne hayranım Mert. Hem beni Hande'yle aldat, üstüne tekrar başlamayı istediğini söyle hem de öğretmenliği bırakmam için bana o küçük beyninle akıl ver. Müge ve Mert'miş. Bak sen! Sence ben onursuz bir kadın mıyım? Bir de beni hâlâ daha özlediğini söyleyebilecek kadar ahlâksızlaşabiliyorsun! Sen kimsin ya, kimsin?! Kendini padişah mı sanıyorsun? Tabi, bir Hande, bir ben, birkaç kız daha bulup harem de kurarsın sen! Geri zekâlı herif! Bana bak, sen ne benim hayatıma ne de öğretmenliğime karışabilirsin! Duydun mu beni? Bir daha sakın beni arama, sakın!"
Telefonu kapatıp sertçe masaya koydum ve derin derin nefes almaya başladım. Elimi yanağıma yasladığımda alev kadar sıcak olduğunu fark ettim. Banyoya gittiğimde aynada sinirden kıpkırmızı kesilmiş, kaşları çatılmış ve gözleri dolmuş bir Müge bana bakıyordu. Hemen yüzüme su çarpıp derin derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Mert beni arayacak yüzü elbette ki babamdan buldu, başka nasıl arayabilirdi ki? Anlayamadığım nokta şu: babam niye benimle uğraşmaya devam ediyordu ki?
Yüzümü sıvazladım ve mutfağa gidip su içtim. Daha fazla sinirlenmemek ve düşünüp aklımı bulandırmamak için koltuğa uzanıp gözlerimi yumdum.
Ertesi gün, sabah, erkenden kalktım, ütülü kıyafetlerimi giydim ve kahvaltımı yapıp evden çıktım. Bahçedeki çiçekleri, ağaçları sulayan Hacer Teyze'ye selam verip durağa kadar yürüdüm. Artık hangi yollardan nereye daha kolay ve ucuz gideceğimi, ucuzunu, kalitesini nereden alacağımı Dicle Abla sayesinde öğrenmiştim. Gelen minibüse bindim ve okula kadar yoldan gelen geçeni izledim. Okula yakın bir durakta inip heyecan içerisinde taş binaya kadar yürüdüm. Kalabalık grupları bahçede dağınık bir hâlde meşgul şekilde görünce heyecanımı unutup lise yıllarıma döndüm. Kantin köşelerinde, ağaç gölgeleri altında oturur deliler gibi test çözerdik arkadaş grubumla. Hepimizin farklı ve renkli hayâlleri vardı; kimimizin hayâlleri gerçek, kimimizin ise yalan oldu. Ben hep edebiyat öğretmeni olmak istediğimi ve bir gün başım dik bir şekilde sınıfa gireceğimi söylerdim. Nasip de oldu, çok şükür, şimdi buradayım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Romantizm"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...