22. BÖLÜM

5.3K 326 7
                                    

Bir gözüm kapıda, bir gözüm ise pencereden süzülen ay ışığının aydınlattığı karanlık gökyüzündeydi. Ay bugün bir tabak gibi gökyüzünün ortasında, Güneş'in pelerinini almış da yerine geçmiş gibi bir inatla parlıyordu. Etrafındaki, bir fırçadan tuvale fışkırmış gibi nokta nokta gözüken yıldızlarla birlikte adeta bir ebru eseriydi. Kapkara göğün arasından pamuk gibi dolanan gri bulutlar, her ne kadar Ay'ı gölgelemeye çalışsa da başaramıyordu.

Buraya kadardı. Ne aramış ne de gelmişti. Hiçbir çabaya girmemişti. Zahmet dahi etmemişti. Sinan'ın söylediğine göre her ne kadar çökmüş bir durumda olsa da kestirip atmıştı bir şekilde. Elbette kolay kolay sindirebileceğini düşünmüyordum ama son bir kez bile olsa belki konuşmak ister diye düşünmüştüm. Ve ben de sonradan pişman olacağımı bile bile onu dinlerdim. Ya da bir kez daha inanırdım ona. Bilmiyorum, artık kendime bile güvenemiyorum. Çünkü onun hissettirdiği bu duygu, yani aşk, o kadar güçlü ki... Her ne kadar gurur yapsam da yeri geldiğinde gönül ferman dinlemiyor.

Derin bir nefes verdim. Sanki kendimi kilolarca bir yükün altına girmiş de ezilmiş gibi hissediyordum. Halbuki insanoğlu, bir ilişkiyi bitirdiğinde ya da bir sorumluluğun altından kalkabildiğinde içine bir ferahlama gelir. Peki niye ben öyle hissedemiyordum? Niye içimdeki pişmanlık ateşini harlayan bir yürek sıkıntısı vardı?

Oflayarak yatağıma oturdum. Karargahtaki karanlık odamda, ışık yakmadan oturmuştum. Penceremden uzanan, korun yolunu kuşatan çam ağaçları, rüzgarın her bir fısıltısında bir deniz gibi dalgalanıyordu. O çam kokusu, burnumun direğini sızlatırcasına odama doluyordu.

Gidiyordum işte. Dilekçemi teslim edecektim birazdan. Ancak dilekçem varmadan bu şehri terk etmem gerekiyordu. Çünkü bir kere pişman olursam bir daha gidemezdim. Hele ki mecburiyetten gitmem gerekirse ama kalbim burayı isterse bir daha hiç gidemezdim. Hoş, kalbim zaten burada atıyordu. Ama bir kere kırıldı mı dahası... Acıydı.

Ayağa kalktım, çalışma masamın üzerindeki dilekçeyi elime aldım. İşte oluyordu. Artık dönüş yoktu. Yatağımın ayak ucunda, yerde duran valizime baktım. Acıyla gülümsedim. Bir valiz kadardım işte. Öyle çok kıyafetim olduğundan değil, o valizi zaten hatıralarım doldurmuştu. Bu kadarcıktı. Bir valiz kadar. İçinde ne mi vardı? Birkaç fotoğraf, günlük, cd, film şerit ve de kızımdan kalan bir deniz kabuğu koleksiyonu.

Kardelen'im, ismi gibi karlar içinde, bir Ankara gecesi doğmuştu. Lapa lapa kar yağıyordu o gece. Hava karanlıktı, yollarda sis vardı. Ayça'yı hastaneye yetiştiremeyeceğimi anlamıştım. O da elimi sorun yok dercesine sıkı sıkı tutmuş ve evde doğum yapmıştı. O dönem, başımızda bir aile büyüğümüz olmasa da askeri lojmanda kalmamız büyük bir avantajdı. Ayça'ya lojmanların bulunduğu sitenin içerisinde oturan tabip bir askerin hemşire eşi ve birkaç asker eşi doğumda destek olmuştu. Dışarıda herkes gerginlikten ve soğuktan fosur fosur sigara içerken ben stresimden ayağımı beşik sallar gibi sallamıştım. Ve sonra bir bebek ağlaması karanlık geceye tokat gibi çarpa çarpa dağılmış, kulaklarıma dolmuştu. Tam da o anda ayağımı salladığım yerde bir kardelen görmüştüm. Metrelerce karın altından inatla, dimdik çıkmış ve işte buradayım der gibi baharı müjdelemişti. "Kardelen." diye fısıldadığımda omzumu sıvazlayarak beni tebrikleyen Komutanım gülümsemişti. "Kardelen Bebek." deyip doğrulamak istemişti. Gözlerimdeki yaşlara aldırmadan Komutan'ıma gülümsemiş ve başımı sallamıştım. İşte o gün benim kızım, Kardelen'im, baharı ve babalığımı müjdelercesine ağlamıştı.

Ama ismi gibi o hep baharı, yazı sevmişti. En çok da deniz kenarını... Denize girmez, yüzmez lakin saatlerce sahilde bir o iskeleden bir diğer iskeleye yürür, durur ve tek tek deniz kabuklarını toplardı. Elbisesinin eteğinde biriktire biriktire akşamı ederdi meleğim. Sonrasında masanın üstüne tek tek dizip rengini beğenmediklerini boyardı. Renklerini de bana seçtirirdi. Benim de beğendiğimi görünce göğsü bir tavus kuşu gibi kabarır, etrafa gülücükler saçardı.

ZAHTERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin