Ve o büyük gün gelmişti. Müge ve Yıldırım, gözlerini ayrı geçirecekleri son sabaha açmışlardı. İkisini de gece boyu heyecandan uyku tutmamasına karşın oldukça dinç bir halde yataktan fırladılar. Tabi onlardaki heyecan, etraflarındaki herkesi adeta kuşatmıştı.
Müge, çoktan hazırlanmış kahvaltı sofrasına oturduğunda annesi başından öpüp bir fincan yeşil çayı önüne koyduğunda: "Günaydın Gelin Hanım." dedi. Müge de gülümseyerek: "Günaydın." dedi fakat yeşil çaydan bir yudum aldığında: "Kahve mi bitti? Var diye biliyordum." dedi. Annesi Canan Hanım, fırındaki yumurtalı ekmekleri kontrol ederken: "Kahvede kafein var kızım. Sende şu an fazlasıyla heyecan var zaten. Kalp krizi geçirmeni istemiyorum." dediğinde Müge, gözlerini devirerek güldü. O esnada babası Muhsin Bey de balkondan elindeki gazeteyle içeri girdiğinde gayet enerjik bir şekilde: "Günaydın Hanımlar!" diye seslendi. Ve aynı şekilde Müge'nin alnından öptü. Ve tabi ki, fırından çıkardığı yumurtalı ekmekleri tabaklara dağıtan Canan Hanım'ı da unutmamıştı. Eşine sarılıp yanağından öpüp: "Ellerin dert görmesin, Allah seni başımızdan eksik etmesin." dedi. Müge, annesi ve babasını izlerken kendisiyle Yıldırım'ı da bu şekilde hayal edemeden duramamıştı. Ama bu hayallerin gerçek olması artık çok yakındı.
Ersözlerde durum böyleyken Yıldırımların cephesinde olaylar biraz daha matraktı: Yıldırım uyanmış, sanki her sabah tıraş olmuyormuş gibi bir de orduevinde damat tıraşı olmuş, silah arkadaşlarının tebrikleri ve hınzırca konuşmalarına maruz kalarak nihayetinde son kez bekar olarak kahvaltısını yapmaya oturmuştu. Gelen tebrikleri döne döne kabul ederken bir yandan da başsağdıcı olan Korhan'dan da düğünle ilgili detayları dinliyordu:
"Salonu aradım, masa örtüleri Yenge'nin istediği gibi beyazlarla değiştirilmiş. Bordo örtü ne alaka yani, değil mi? Neyse, halı da yıkamadan gelmiş, serecekler. Ayriyeten catering şirketi kanepelerdeki domatesleri salatalıkla değiştirmiş. Domates çok sulandırıyor, doğru. Yenge bu işlerden anlıyor harbi. Başka bir şey... Yok, şu an. Her şey tamam gibi."
Yıldırım, nefes almadan konuşan Korhan'a bakarken: "Sen kahvaltı yaptın mı?" diye sordu. Tahmin ettiği gibi Korhan, başını iki yana salladığında ağzına bir lokma ekmek ve bir parça peynir tıkıştırıp çay uzattı.
"Hayatımda gördüğüm en mükemmel arkadaş olman dışında bir o kadar da en mükemmel başsağdıçsın, seni tebrik ediyorum. Ama bak gözünü seveyim, sen bana lazımsın, bir şeyler ye. Düşüp kalacaksın bir yerlerde." dedi.
Onlar gülüşerek kahvaltılarını yaparken Yıldırım'ın yüreği bir an sızladı. İzin isteyip arkadaşlarının yanından ayrılırken karargâhın korusuna çıktı ve mis gibi havayı içine çekip güneşe gülümsedi. Bugün güneş, sanki daha bir güzel doğmuştu onun için. Gülümsemesi daha da büyürken telefonuna sarıldı ve hemencecik Müge'sini aradı. Onun o cıvıldayan sesini duyduğu anda tuttuğunu fark etmediği nefesini salıverdi.
"Yıldırım?"
"Müge'm. Nasılsın?"
"Nasıl olayım? Çok heyecanlıyım, içim içime sığmıyor ki."
Birbirlerine hasret bir şekilde konuşmaya devam ettiler. Müge, evdeki hazırlıklardan bahsederken Yıldırım da Korhan'ın notlarını iletti. Telefonu kapatırken de: "İnşallah yarın sabah gözlerimi açtığımda göreceğim ilk yüz, duyacağım ilk ses senin olacak." dedi Yıldırım. İki âşık, birbirlerine veda ettikten sonra her ikisi de hazırlanmaya başladı.
Müge, kuaföre kız tarafıyla giderken bir yandan da heyecanını dizginlemeye çalışıyordu. Hâlâ inanamıyordu; uzun zamandır istediği, hayal ettiği gün gelmişti ve Yıldırım'la artık hep beraber olacaktı. Resmi olarak evli olacaklardı. "Hâlâ daha inanamıyorum." diye geçirdi içinden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAHTER
Romance"Zahter..." diye mırıldandı tüylerimi ürpertirken. "Zahter kokuyor saçların." Yutkundum ve çakır gözlerine bakmayı sürdürdüm derinliğinde boğulmamak için direnirken. Tek kelime dahi firar edemedi dudaklarımın arasından. Sadece gözlerine bakıyor ve b...