12. BÖLÜM

12.2K 621 20
                                    

Dudaklarının arasından çıkan o soru, gecenin ortasına alev gibi düşmüştü ve yakmıştı her yeri. Şaşkınlıktan nutkum tutulmuştu. Bunu istiyor muydum? Evet. Onunla olmayı, onu daima yanımda görebilmeyi her şeyden daha çok istiyordum. Ama sorusuna vereceğim cevabımın sonrasında olacaklar beni endişelendiriyordu.

Bana beklentiyle bakan yüzüne bakamıyordum. Birden kara geceyi telefonunun zil sesi doldurdu. Ne diyeceğimi bilememişken resmen Hızır gibi yetişmişti arayan kişi. Eliyle izin isteyip salona girdi ve benden en uzak köşede olduğuna emin olunca açtı. O konuşurken elim kolum bağlı düşünmeye devam ediyordum: Oyaladığımı düşünmesini asla istemiyordum ama sanki her şey fazla hızlıydı. Ve... O bir askerdi. Gecesi, gündüzü yoktu. Nasıl dayanacaktım? Üstelik onu daha doğru dürüst tanımıyordum bile! Tamam, güveniyordum ama hakkında da hiçbir şey bilmiyordum ki. Birden gidiyor ve ondan hiçbir şekilde haber alamıyordum. Sonra da haftalar sonra dönüyordu ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Ayrıca... Mert'ten sonra bir daha ihanete uğramak istemiyordum. Bir daha kolum kanadım kırık kalmak istemiyordum. Ve ne yazık ki bunların hiçbirinin olmayacağının garantisi yoktu.

Bu iç karartıcı düşüncelerin içinde boğulmuşken adım seslerini işittim. Yüzüne beklentiyle baktım ama bir şey deme gereksiniminde bulunmadan kapıya yürüdü ve postallarını giydi. Montunu alıp kapıdan çıkmadan önce: "Gidiyorsun, değil mi?" diye sorma cesaretinde bulundum. Bir an duraksadı, ağır bir şekilde döndü ve gözlerimin içine baktı. Sanki son kez bakıyormuş gibi dikkatle inceledi yüzümü.

"Sen ölüme gidiyorsun ve ardında beni merak içerisinde bırakıyorsun. Gideceğini söyleyemiyorsun çünkü sana ne zaman döneceğini sormamdan korkuyorsun. Verebilecek en ufak cevabın dahi olmadığı için!"

Masmavi gözleri şimşek çakıyordu. Kasılan çenesinden anladığım kadarıyla dişlerini sıkıyordu. Bana öfkeli değildi, gideceğinden de öfkeli değildi. Öfkesi: bana verebilecek cevabının olamamasındandı. Onun yüreği vatan aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Bugün isteseler canını, gözünü kırpmadan ortaya sererdi. Benim onun yüreğine girmeye, aklını karıştırmaya hakkım yoktu.

Yine de beklentiyle ona baktım. O ise sadece: "Allah'a emanet ol." dedi ve merdivenlerden indi.

Geride ise beni yapayalnız bıraktı. Hiçbir şey söylemeden, gerçeklerin ağırlığı altında ezilirken... Ama bu sefer üzülmeyecektim. Hayatımda bazı şeyler yolunda gidiyorken, sorumluluklarım varken bu sefer yıkılmayacaktım. Yoluma devam edecektim. Bu sefer güçlü olan taraf ben olacaktım.

⚜⚜⚜

Ertesi gün, dünün aksine dinç bir şekilde uyanmıştım. Şenlik için hazırladıklarımı alıp okula gitmiştim. Okulun bahçesinde, sıraları birleştirip uzun bir masa haline getirmişlerdi. Üstüne de evden getirilen yiyecekler ve içecekler yerleştirilmişti. Öğrencilerle oturup kahkahalar eşliğinde yemeklerimizi yemiştik. Halat çekme yarışı, kaşık üstünde yumurta taşıma yarışı gibi bir sürü yarış yapmıştık. Voleybol oynanmıştı ve kazanan takımdaki oyunculara günün anısına özel madalyalar takılmıştı. Müzik grubu, birbirinden güzel şarkılar söyleyip tüm okulu coşturmuştu. Harika geçen günün sonunda elimizde öğrencilerle çekildiğimiz fotoğraflar ve de motivasyonu yerine gelmiş öğrencilerim vardı. Akşam olduğunda vedalaşırken hepsiyle konuşmuş ve hepsinin günlük çalışmalarını belirttiğim tarihe dek görmek istediğimi bir kez daha söylemiştim. Onayı aldıktan sonra gülümseyerek herkes evine dağılmıştı. Mutlu olduklarını görmek benim için tarif edilemez bir duyguydu.

Geceye doğru alt sınıfların yazılı sorularını hazırlamayı tamamlamış ve bazı sınıfların eksik kalan performans notlarını sisteme girmiştim. Bir şeylerle meşgul olmak bana çok iyi gelmişti. Uyumadan önce annem aramıştı halimi hatırımı sormak için. Ondan önce babamla kısaca konuşmuştum. Annem de -sesimden mi hissetti, bilmiyorum ama- beni bayağı sorguya çekmişti. En sonunda ise: "Zaman, her şeyin ilacıdır." deyip kapatmıştı.

ZAHTERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin