2 | Çöpçatan |

2.1K 132 25
                                    

Umbrella Academy

Regina Freya Hargreeves

"Güçleri çok fazla. Kontrol edemiyor."

"Onu bana ver."

"Hayır! O benim kızım!"

"Onu bana vermezsen seni öldürüp almak zorunda kalırım. Onu bana ver. Hemen."

"Hayır... Hayır... Hayır!"

Bir anda yerimde sıçradım. Bu kâbuslar artık sıkmaya başlamıştı! İnsanı uyutmuyordu da! Yattığım yerde doğruldum ve bir ara Vanya'nın yanına uğramayı aklıma not ettim.

Ama beynimin henüz bana notları hatırlatacak kadar gelişmiş olmadığı gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarparken masanın üstünde duran deftere renkli kalemle yazdım.

Kabuslar için Vanya'ya uğra.

Elimi yüzümü yıkadım. Formamı değiştirip Baba'nın odasına doğru gittim ama odanın önüne geldiğimde içerideki konuşmaları duydum.

"Evet. Evet o." Susuyor, sonra tekrar konuşuyordu.

"Hayır. Asla vermem."

"Eğer bunu bir daha talep ederseniz kızımla görüşürsünüz."

"Ah evet. O kızımla." Bahsettiği Allison olmalıydı.

Daha fazla dinlemeden kapıyı çaldım. İçeri girerken konuştuğunun kim olduğunu düşünmemeye çalıştım.

"Sekiz numara. Sonunda. Evet, konumuz güçlerin. Ve onları kafana göre kulanman. Bir açıklaman var mı?"

Kafamı olumsuz anlamda salladım.

"Eğer bir daha güçlerini sebepsiz yere kullanırsan ceza alırsın. Ayrıca güçlerinden sadece birini kulanmalısın."

"Biliyorum. Bana zorla kardeşlerime yalan söyletiyorsun. Onlar sadece zaman hakkındaki gücümü biliyor. Diğerlerini öğrenince ne yapacaklar?"

"Hiçbir şey."

"Tabii ki hiçbir şey. Senin açından kolay. Sonunda bana küsecekler, bana yalancı diyecekler."

"Eğer diğer güçlerini açığa çıkarırsan-"

"Ne? Hiçbir şey yapamazsın!"

Derin bir nefes aldı. Biraz terlemiş gibi gözüküyordu.

"İyi misin sen?"

"İyiyim. Evet, ne diyorduk, zaman ile ilgili gücünü doğru kulanmalısın. Yoksa başına bela açabilirsin."

"Ne olabilir ki en fazla?"

"Söyleyeyim. En fazla zamanda sıkışıp kalırsın. Zihnin ve bedenindeki fiziksel ve zihinsel hasarları söylememe gerek yok galiba."

"Immm... Peki sen zaman yolculuğu yapabil-"

"Hayır. Bu konu hakkında konuşma bile. Zaten Beş Numara sürekli beni zorluyor. Bir de seninle uğraşmayacağım."

"Tamam, tamam. Benden bu kadar. Zaman yolculuğu işi hâlâ aklımda, düşüneceğim."

Bir şey demedi. Ben de dinlemedim zaten. Kapıyı kapatıp seke seke merdivenlerden indim.

"Şu huyunu bıraksan mı artık? Yakında düşeceksin oradan."

Aniden arkamdan gelen sesle merdivene gelmesi ile sonraki basamağa gelmesi gereken ayağım boşluğa düşmüştü ve öne doğru uçmuştum.

Filmlerdeki gibi ilerde eşim olacak kişi beni tutmadığı için zaten son basamağı kalan merdivenden düşmüştüm.

"Ya of ya! Kim o benim dikkatimi dağıtan? Ne güzel iniyordum ya!"

Düştüğümde bir yerim ağrımamıştı ama merdiven basamaklarının bazılarına basamadığım için sinirlenmiştim.

Görüş alanıma önce ayakkabılar girdi. Gülümsedim.

"Ah Luther, sen misin? NİYE DİKATİMİ DAĞITTIN YA!"

Luther ise gülümsemiyordu. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Yanıma eğilip bacağıma baktı.

"Ne oldu? Bir yerin mi acıdı?"

"Evet. Kalbim acıdı. Merdivenler ağlıyor bana basmadı diye."

Luther göz devirdi. Bu çocuğun gözleri ne güzelmiş ya? Sarışın falan. Aslında baya yakışıklı ama ben onu Allison ile shipliyordum.

"Bende bir şeyin var sandım. Boşuna telaş yaptırıyorsun insana."

Zavallı kardeşim benim aklımdakileri bilmeden ne güzel yaşıyordu öyle...

Ayağa kalkıp gidecekken telaşla konuştum, beni burda mı bırakacaktı? "Şey, pardon, pardon. Evet aslında biraz bileğim acımış olabilir."

Bana döndüğünde baş parmağımla işaret parmağımın uçlarını yaklaştırdım.

"Yani, azıcık. Şu kadar falan."

Güldü. Eğilip beni kucağına alacakken kolunu tuttum. Karşıdan gelen Allison şu an aşırı gerilmeme neden oluyordu.

"Yok, kucağa gerek yok. Sadece destek versen yeter ya."

Elimi omzuna atıp ayağa kalktım. Ama bileğime giren acıyla inledim.

Sonra hemen ağzımı kapattım. Tamam, belki de o kadar az acımıyordu.

Luther'a baktığımda bana gülerek baktığını gördüm.

"Demek çok az acıyor ha?"

Şirince gülümsedim. Nasıl yırtabilirdim ki?

"Regina? Sen iyi misin?" Allison'un endişeli sesiyle ona döndüm.

Ve o anda aklıma gelen fikirle kendimi öpmek istedim.

"Allison... Benim bileğim çok acıyor. Bana yardım eder misin?"

Alison kafasını sallayıp yanıma geldi. Elimi omzuna sardım. Yan gözle Luther'a baktım ama, Allison'a bakıyordu.

Bingo!

"Ya sizi çok seviyorum ben. İyi ki varsınız."

Önce Allison'u sonra da Luther'ı yanağından öptüm. Koltuk görününce gülümsedim.

"E siz beni öpmeyecek misiniz?"

İkisi de yanağıma eğildi. Tam öpecekken kendimi ani bir hareketle geri çektim.

Onlar beni öpmek yerine birbirini öpünce keyifle gülümsedim. İkisi de ayrılırken ben hâlâ sırıtıyordum.

Allison ayrılıp hızla kafasını başka yere çevirince kızardığını gördüm. Ya çok tatlı.

Luther'a baktığımda bana baktığını gördüm ve gülümseyip göz kırptı. Ne sandın koçum, biz birini shiplediysek boşuna olmamıştır o.

"Rica ederim, kardeşlerim. Bundan sonrası sizde."

Onlara gülümseyip acıyan bileğime aldırmadan koltuğa oturdum.

"Ah,kendimi çok seviyorum." Arkamdan Allison'un mırıldanışını duydum.

"Bende, bende seni çok seviyorum."

Oy vermeyi ve Yorum yapmayı unutmayın!

the power in me, five hargreeves.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin