Medya: Deniz. Benim için çok özel bir karakter.
Ben aramayı kapatamamıştım! Hem cezve hem Oğuzhan derken yeni arkadaşım tüm her şeyi duymuştu. Hazel mi demişti o? Harika, gerçekten harika. Ben birbirimizle ilgili pek fazla bir şey bilmeden, hayatlarımıza dahil olmadan yüzeysel bir arkadaşlık kuracağımızı düşünürken benim adımı öğrenmişti. Pardon önce cinsiyetimi sonra şehrimi şimdi de adımı... Peki sıradaki neydi? Gerçi artık Yaprak ve Oğuzhan'ı da öğrendi diyebilirdik.
Neyse ki kısas seven bir kızdım o benimle ilgili ne öğrendiyse ona sormuştum hep. Demek ki sorma sırası yine bendeydi. Tüm bunları düşünürken telefonu kapattım, şu an yetiştirmem gereken bir kahve vardı, ölü taklidi yapmak en iyisiydi. Kahvelerin köpüğünü dağıtırken Yaprak geldi.
''Hala yapmamışsın. Senin yüzünden beceriksiz olduğumu düşünecekler.''
Tamam.
''Hemen hallolur sen gümüş tepsiyi çıkarabilir misin, hemen yukarıdaki dolapta?''
Yaprak itiraz etmedi, neyse ki...
''Yanıma Oğuzhan geldi ben makyaj yaparken. Yaptığım salaklık için özür dilerim dedi.'' dedi otuz iki diş gülerek.
''Yaprak beni yanlış anlama sakın. Biliyorum pek iyi anlaşamıyoruz ama sen benim kuzenimsin. Üzül istemem sen aksini düşünsen de... Barış'ı ne çabuk unuttun? Peki Oğuzhan'ı ne kadar tanıyorsun? En önemlisi mutlu olacak mısın gerçekten?''
İlk cümlelerimde yüzünde bir yumuşama gördüğüme yemin edebilirdim. Sonlara doğru ise yine bana karşı sert, bilindik ifadesine döndü.
''Mutluluğumu düşünüyorsan samimiysen eğer kendini öne atma sessiz sedasız otur. Ben çok mutlu olacağım, Barış ile bir geleceğimiz olamazdı. Akıllılık yapıp sen de geleceğini düşünsen çok iyi olacak.''
Ben görevimi yapmıştım, mutlu olsun isterdim. Mutlu olsun ki başkaları onu ilgilendirmesin.
Teyzem içeri geldi.
''Yaprak, Hazel hadi sizi bekliyorlar. Tuz koydun mu kız?''
Yaprak gülümsedi.
''Yok hayır. Siz Hazel ile geçin, ben de tuz koyup geleyim.''
Tamam, bir görevin daha sonuna gelmiştik. Aklıma deminki rezalet olay gelince ürperdim.
''Kız Hazel bıraksana telefonu alan yok elinden.'' Güldü teyzem.
O ana kadar telefonu sıktığımı bile fark etmemişim. İçeri geçtik. Zaman ben mutfaktayken akmadı mı hiç hala hava durumu ve ruhsal durumlarını ve işlerini konuşuyorlardı.
''Eee Oğuzhan ne iş yapıyor?'' diye sordu eniştem. Gerçekten mi ya? Alnında babamın işinden devam yazdığını gören yok muydu? Hem de neon renklerle!
''Efendim ben dramaturji okudum eğer babam beni süründürmekten vazgeçerse editör olmayı planlıyorum.''
Sandığım kadar boş değilmiş, okulunu okumuş en azından! Herkes memnuniyetle başını salladı. Torpile geçit yoktu demek. Önce adam akıllı iş öğreniyordu. Efendi de çocuktu, nasıl kibar konuşmuştu ama! Herkes bunları düşünüyor olmalıydı.
Yaprak o sırada kahveleri dağıtmaya geldi. Tevfik Bey de Yaprak'ın ne iş yaptığını sordu.
''Yaprak influenza. İnternete fotoğraf atıyor para kazanıyor.'' dedi anneannem gururla. Bu kadın alemdi ya. Influenza da neydi? Bildiğimi unutmuştum.
''Ay anneanne ya alemsin, influencerim efendim. Çeşitli markalarla işbirliği yaparak takipçilerimle paylaşıyorum.''
''Anladım gerçek işin ne?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK TURUNCU BALIK
RomanceŞu zamana kadar annesi ne derse onu yapan, devamlı kuzeniyle yarıştırılan bir genç kızın istekleri yavaş yavaş gerçekleşir. Tabii bu esnada blog üzerinden yazısına yorum yapıp onu sosyal medya üzerinden bulan biriyle hayatına renk gelir. Çünkü Hazel...