15

890 129 47
                                    

Okuyup oy veren, yorum yapan herkesin kalbine sağlık. Çok teşekkür ederim :) Deli gibi her yerde bölüm yazmamı sağladığınız için! Bu bölümün büyük çoğunluğu metro, otobüs ve ailemle meyve yerken yazılmıştır :/ 

Onun dışında tabi ki oy ve yorumlarınızla delirip yazıyorum ama bugün 18 Ocak ve benim Tuna'mın doğum günü, bugüne yetiştirmek için büyük çaba harcadım. Hikayenin varlığından haberdardı bir zamanlar, bayağı bir zaman önce yani. Buraya tabi ki denk gelmez, belli de olmaz ama hayatıma girdiği Küçük Turuncu Balık'taki Tuna'ya da ilham olduğu için çok teşekkür ederim. Umarım mutlusundur, umarım hep mutlu olursun. İyi ki.

Akşamüstü yağmurlu bir sonbahar, Foça. Anneannem ve dedemin yazlığı.

''Hazel, hasta olacaksın diyorum sana! Yaprak ve Beren'in yanında içerde oyna,'' diyordu annem.

Üstüme baktım, pembe pantolonum ve pembe bluzum vardı. Ben 6 yaşındaydım. Çok silik bir anıydı bu, neredeyse unuttum diyebileceğim... Gitmemiştim Yaprakların yanına. Ne olacaktı ki biraz yağmur yağıyorsa? Dışarısı daha güzeldi.

''Şu kızını getir buraya,'' diye babama bağırdı annem. Ben onun da kızı değil miydim?

Babamsa daha sinirliydi, ''Ne yapsa tersini söylüyorsun. Bu gidişle seni hiç dinlemeyecek, biraz ıslansın gelir henüz güneş batmadı hava ılık,'' diye diklendi.

Ben ıslanmayı severdim, oyun oynamaktan daha çok severdim hem de.

''Beni dinleyecek, ben onu sokakta bulmadım,'' dedi annem, sinirliydi. Babam da kendini zor tutuyor gibi, ''Daha yeni çıktı izin ver birkaç dakika sonra girer eve diyorum ben de. Çağırırsın birazdan ha gelmiyor mu? Tamam, hasta olur bir daha aynı şeyi yapmaz.''

Bu kadar kavga edecek ne vardı? Anlayamıyordum.

''Ya sen ne rahat adamsın Yarabbi,'' dedi gülüyordu. Neden gülüyordu ki? Kızmıyor muydu artık, kızan insan gülmezdi çünkü. ''Gerçek bir baba gibi davran bir kere de.''

Benim babam gerçek bir baba değil miydi? Ben onu çok seviyordum.

Babam, ''Öyle yapacağım,'' dedi sinirle yanıma geldi; elinde kapüşonlu ceketim vardı. ''Hadi babacığım, Erol abinin yanına gidelim,'' dedi kapüşonlu ceketi giymem için tutarken.

''Giymek istemiyorum,'' dedim omuz silkerken. ''Peki,'' dedi. ''Ama o zaman tatlı yiyemeyebilirsin.''

Erol abi pastanede çalışırdı. Çeşit çeşit tatlılarla dolu bir pastanede. Pastanesinde vitrindeki tatlı ve pastalara bakmak dünyadaki en güzel şeydi.

Ona kötü olduğunu düşündüğüm bir bakışa attım. Annem gibi konuşuyordu.

''Bakma öyle, Erol bizi içeri almayabilir. Islak ıslak durursak tatlı da vermez.''

Giydim, başıma kapüşonumu geçirdim. Babamla koşarak pastaneye gidiyorduk, yağmurda koşmak çok güzeldi. Babamla yağmurda koşmak çok çok daha güzeldi.

''Taksi oyunu oynayacak mıyız?'' dedim koşarken.

''Cık,'' dedi. ''Bu oyunun bir özelliği var, geçmeyeceğini bildiğin zamanlarda oynamazsın. Foça'da çok fazla taksi yok hele artık yaz bitti hiç göremeyiz.''

Babam çok akıllıydı, bu kadar şeyi nasıl biliyordu?

Erol abi bize ekler verdi, çok severdim. Dükkan doluydu, ıslananlar buraya elmiş olmalıydı. İnsanlar neden yağmurdan kaçardı ki?

KÜÇÜK TURUNCU BALIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin