<3
Özledim sizi!
İyi okumalar!
21 Ekim
''Ait olmak, ait hissetmek. Benim pek yaşamadığım bir şeydi. Bir yere ait olmanız için oraya uygun olmanız gerekirdi. Ben hiçbir yere uygun, uyumlu değildim. Belki... Odam? Çünkü odam da benim gibiydi. Saçma sapan bir odaydı, herkes öyle söylüyordu yani. Ama bence dünyanın en güzel yeriydi. Bir sığınaktı.
Spotçudan bulduğum bir abajurum, ikisi de birbirinden farklı yatak ve dolabımla takım olmayan komodinlerim, dergilerin üst üste yığılmasından oluşan bir sehpam ve babamın bana sürpriz yaparak aldığı ceviz masa, dolap ve yatak üçlüsü, çeşitli kitap alıntılarından oluşan el yapımı posterlerim... Tabii bu kadarla da sınırlı değil ama tüm bunlar bile size yeterince uyumsuz gelmiştir.
Ama ben o uyumsuz yere aittim.
Salondaki üçlü koltuğa aittim; rahatlığını size tarif edemem, annemin inatla değiştirmek istemesine rağmen bir savaş veriyordum durmadan. Foça'daki eve aittim ben, ki orayı tarif dahi edemem size ama deneyebilirim. Ev eski kokuyordu. Ben öyle diyordum yani... Kuzenime göre toz kokuyordu, ne kadar süpürürseniz süpürün geçmeyen bir toz kokusu diyordu. Bense yaşanmışlık demeyi tercih ediyordum. Ruhum yaşlıydı benim sanırım ve ben o eski eşyalara sahip, eski, deniz kıyısındaki iki katlı eve aittim. Oraya bayılırdım.
Ama hiç, birinin yanına ait hissetme fikrini düşünmemiştim. Şimdiye dek.
Ait hissetmek, rahatlıktı. Sorgulamamaktı. Gülmek zorunda hissetmemek, nasılsanız öyle davranabilmekti. Yargılanmamaktı. Aidiyet hissini açıklamak için aslında ait olmadığım yerleri düşünüyorum.
Okulda, evde, gittiğim-gitmek zorunda olduğum çeşitli kurslarda tüm bu saydıklarımı yaşardım. Sanki olduğum kişi olduğum için suçlu hissederdim. Odam, Foça'daki ev, eski koltuğumuz... Dokunulmaz alanlardı. Bir an önce bulunmak zorunda olduğum yerden bu üç yerden birine koşmak isterdim.
Aynı hissi biri için hissedebileceğimi hiç sanmazdım. İnsanlar yargılardı, alay ederdi, mutsuz olmanız çoğu zaman onları mutlu ederdi ya da hiçbir şey yapmasanız da onlar gibi olmanızı beklerlerdi.
Ben huzurluydum, sanki bir kutu pizzamı alıp üçlü koltuğuma oturup televizyonun karşısına geçmiş kadar huzurluydum. Beni yargılamayan, yanında utanmadığım, kötü hissetmediğim biri vardı.
Deniz.
Ben uyumsuz, sıkıcı, suratsız bir kız olabilirdim ama Deniz'in yanında böyle olduğum için huzursuz hissetmiyordum. Ağlamak istersem ağlardım, eminim ki sadece mendil uzatır ve istersem dinleyebileceğini söylerdi. Gülersem kahkahayla eşlik ederdi. Bunları yaşayacak kadar olağan günler yaşamamıştık henüz ama...
Ait hissediyorsam, böyle olacağını da hissediyordum bir şekilde.
Siz nereye, kimin yanına aitsiniz?
Ben sanırım ait olduğum yerdeyim, Deniz'in yanında. Bu sanki diğer üç yerde de aynı anda bulunabilmek gibi bir şey.''
Bloguma yazdığım yazı tam olarak buydu. Ama... Tabi ki paylaşmamıştım.
Bunun aşk itirafından farkı neydi? Kimliğimi dahi açık etmeden yazıyordum ama Deniz yazıyordu orada. Hadi ama! Kaldı ki birinin yanında olmayı aidiyet hissiyle açıklıyorsunuz diye ona aşık olmanız gerekmezdi.
Bu satırları keşke Deniz araba kullanırken yazıyor olmasaydım. O zaman belki bir delilik yapıp paylaşabilirdim ama iki- üç dakikada bir bana baktığını bilirken bunu nasıl yapabilirdim ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK TURUNCU BALIK
RomanceŞu zamana kadar annesi ne derse onu yapan, devamlı kuzeniyle yarıştırılan bir genç kızın istekleri yavaş yavaş gerçekleşir. Tabii bu esnada blog üzerinden yazısına yorum yapıp onu sosyal medya üzerinden bulan biriyle hayatına renk gelir. Çünkü Hazel...