~Bölüm 41~

225 33 0
                                    

Evimizde, yatağımızda tıpkı resmettiğim gibi çarşaflara dolanmış, huzurla uyuyan meleğim, kadınım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Evimizde, yatağımızda tıpkı resmettiğim gibi çarşaflara dolanmış, huzurla uyuyan meleğim, kadınım... Yokluğunda, gözlerimi her kapadığımda canlıymışçasına aklımda beliren resim ne kadar yanılıyormuş aslında, ne kadar eksikmiş. Gerçeğin soluk, yetersiz bir gölgesiymiş sadece.

Parmaklarım usulca dolaştı bedeninde benim olduğuna emin olmak ister gibi, gerçekliğini kendime kanıtlamak ister gibi. Bugünü defalarca hayal etmiş, her bir ayrıntısını defalarca canlandırmıştım gözümde ama bambaşkaydı hissettiklerim.

Lena'mı, büyükbabamın kolunda, bana yürürken gördüğümde kalbimin vuruşları kulaklarımı sağır edecek cinstendi. Bembeyaz ipeklere ve dantellerle sarılmış, gerçek olamayacak kadar güzel, zarafetiyle göz kamaştıran bir melekti. Benim meleğim... Aynı anda hem herkesin beğeniyle süzdüğü muhteşem kadına sahip olmanın gurunu yaşıyor, hem de ne niyetle bakarlarsa baksınlar tüm gözlerden saklamak istiyordum.

Büyülenmiş halde güzelliğini süzerken, duran adımlarının yüreğime saldığı korkuyu hissetmiş miydim hiç daha önce, hatırlamıyorum. 'Ya vazgeçtiyse, ya yine kaçarsa, çok mu acele ettirmiştim, zorlamış mıydım, ya hazır değilse...' Aklım, mantığım birine karışmış, düşüncelerim kendi yarattığım fırtınada savruluyordu. Ta ki gözleri gözlerimi bulana kadar... O ana kadar attığı kararsız adımlar, ritmini bulmuş gibi daha sağlam, daha kararlı olanlara bıraktı yerini. Aklımı, kasıp kavuran fırtına dindi, huzurlu bir meltem esti.

Her gün defalarca söylediğimiz o minik, basit kelime, 'evet' dökülürken dudaklarından sihirli bir anlam kazandı. Benimdi. Artık bensiz kalmak yoktu, onsuz olmak yoktu! Gökyüzü kızıla boyanmaya başladığında, adımı mırıldanan kadınımı kollarıma sarıp, hayatımın bundan sonraki her gecesi bu mutluluğu doyasıya yaşayacağımı bilmenin huzuruyla kapadım gözlerimi.

"Uyan artık yorgun savaşçı, tüm günü yatakta mı geçireceksin?"

Uykumun arasına sızan sesine ve mis gibi kokulara gülümsedim. Belinden yakaladığım gibi yatağa çekip üzerine uzandım. "Sana yorgun gibi mi görünüyorum. Öyleyse çok yanılıyorsun meleğim."

"Lucas! Kahvaltı?" Dudaklarını ayırmadan nefes nefese mırıldadı.

"Daha lezzetli olamazdı! Her sabah bu muhteşem yorgunlukla uyanacaksam, yeni adımı zevkle kabullenebilirim." Dudaklarına kondurduğum kısa öpücüğün ardından parlayan gözlerine baktım. "Günaydın karıcığım."

"Günaydın kocacığım. Öyleyse her sabah buz gibi kahvaltı yapacağız demek ki ama ben şikayetçi olacağımı sanmıyorum ve sen şikayet etmeyi aklından bile geçirme. Tüm suç senin!"

O, buz gibi olmuş omlet ve portakal suyuyla yaptığım kahvaltıyı hiçbir şeye değişmezdim. Duşumuzu da aldıktan sonra önceden hazırlanan bavullarımız, birbirinden ayrılmayan ellerimiz ve yüzümüze yapışan gülümsemelerimizle tatilimiz için İzmir'e uçtuk. Tabi her ihtimale karşın Henry ve Chris'te bizimle birlikteydi. Aklımdan en azından balayında uzak tutmaya çalışsam da o şerefsizi unutmam mümkün değildi! Geçen hafta ofise küçük bir çocuk tarafından, takibini yapamadığımız, üzerinde çocuğunkiler dışında tek bir parmak izi olmayan bir not gelmişti.

"Beni aklından çıkarma Ross... Daha bitmedi!"

Nottan bahsetmedim Lena'ya. Zaten adamın bileğindeki ağaç dövmesini söylemem bile rengini attırmaya yetmiş, daha fazla endişelenmesin diye yanıma Chris'i almıştım. Hazır onu unutmuşken yeniden korkularını canlandırmak istemiyordum ama bu herifi kısa sürede bulamama ihtimalimiz oldukça güvenlik önemlerini arttırmam gerekeceği ortadaydı. Bu da Lena'nın öğrenmesi demekti! En azından şimdi güvendeydik. Benim peşimdeki adamın, karımın ülkesinde onun doğduğu büyüdüğü yerlerde işi yoktu.

Otele girişimizi yapıp, balayı süitine yerleştiğimizde neredeyse akşamüstüydü. Deniz, güneş faslını yarına bıraksak da, buraları özlediği her halinden belli olan ve bana da sevdirmeye kararlı görünen Lena'nın ısrarıyla kendimizi dışarı attık. Benim daha önce ona yaptığım gibi, hemen rehber kimliğine büründü. Önümüzdeki günlerin planını bile yapmaya başlamıştı.

Akşam yemeği için marinaya indik. Kısacık zamanda gördüğüm tüm o yerler, ilk defa tattığım rakıdan çeşit çeşit mezelere, balığın lezzetinden, tatlılara kadar her şey etkileyici bir farklılığa sahipti. Lena'nın çevresine bakınarak gülümseyişi bile farklıydı. İçtiğimiz Türk kahveleri ve yürüyüşün ardından otele geri döndük.

Odanın kapısından kendimizi içeri attığımızda, ışıklarla vakit kaybetmeden az önce dişlediği dudağını dudaklarımın arasına çekip emerken, ellerim bildiğim tüm hassas noktalarında geziniyordu. Parmakları gömleğimin düğmeleriyle boğuşurken, elbisesi çoktan yerle buluşmuştu. İki yakasından tuttuğum gömleğimi kopan parçalara aldırmadan fırlattım. Bir elim sıkıca kalçasını, diğeri avucumu dolduran göğüslerini durmaksızın okşuyor, dilim ağzının içinde dokunmadık yer bırakmıyordu ve ağzımın içinde boğulan, her inlemesiyle zafer naraları atma isteğiyle doluyordum. Hızla iç çamaşırlarından da kurtulduğumuzda en yakın koltuğa bıraktım kendimi. Lena'yı kucağıma çektiğim gibi ateşin kaynağına, en derin kuytularına gömüldüm. Tenimi saran teninde kaybettim kendimi. Odanın sessizliğinde, boğuk iniltilerimiz yankılandı. Ateşi ikimizi de sarmaladı. Yaktı... Kavurdu... Hazla tüketti...

Geçmişin Gölgesinde (Kitap/Yeniden Yayımda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin