** TARİHİ KURGU DEĞİL CANLAR.
GİRİŞ BÖLÜMÜ 1960'LARDAN BİR KESİT SADECE.
BUNUN NEDENİNİ KİTABIN ORTALARINDA GÖRECEKSİNİZ.
GİRİŞ BÖLÜMÜ SONRASI 2012 YILINDAN, HİKÂYENİN YAZILDIĞI YILDAN DEVAM EDİYOR.**
18 Şubat 1961 gecesi ayrı düşen aşıkların yüre...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Geceyi aramızda yatmakta ısrarcı iki canavarla geçirmemeyi kafama koymak zor olmamıştı. Lena'nın yatağından, kokusundan beni uzak tutacak her canlıya göstereceğim tepkiyle, yaklaşmaktan çekindiğim koca köpeği, ensesinden tutup kapının önüne koyacak kadar gözüm dönmüştü. Hayvanları severdim ama bir yere kadar! Kapı önünde yapılan ufak çaplı üstünlük mücadelesini kazanmış olarak yanına döndüğümdeyse, meleğim uyumuştu.
Canavara kısık sesli birkaç küfür daha sıraladım. Çilekler ve Lena'nın görüntüsü aklımdan çıkmamışken, evdeki hareketlilik bir türlü bitmiyor, herkes sözleşmiş gibi yakınlaşmamızın önüne geçiyordu. Doymak bir yana, yanında olduğum her an daha fazla arzuladığım kadının huzurlu, derin uykusunu izlemekle avunmak zorundaydım.
Bencil yanım kendi ellerimle getirmeseydim, şu an uyumuyor olacağımızı haykırsa da, Lena'nın burada bulunma ihtiyacını görmezden gelmemi sağlayacak kadar güçlü bir haykırış olamazdı. Ona doyamamak için önümüzde koca bir ömür vardı! Bu birkaç günün acısını fazlasıyla çıkarabileceğimiz bir ömür. Benim de, ailesi tarafından onaylanmaya ihtiyacım vardı. Gelirken aklımdaki hem meleğimi mutlu etmek hem de fırsatım varken olabildiğince kaynaşmak, kendimi sevdirmekti. Hesaba katmadığım, aralarındaki bu sıcaklığın önce benim içime işleyeceğiydi sanırım. Aralarındaki ilk bağ Lena olsa da, onları bir arada tutan benim öz ailemde bile olmayan bir sevgiydi.
Bizim aile yemeklerimiz büyükbabamın ısrarlarıyla katıldığımız, hepimizin dakikaları saydığı, huzursuz, mecburiyetten yapılmış sohbetlerle başlayan ve biten eziyet akşamlarıydı. Oysa bu insanlar şakalaşıyor, içtenlikle gülüyor, her anın tadını çıkarıyorlardı. Bir süre sonra yalnız aralarında değil, içlerinden biri, parçaları da olmak istediğimi fark ettim. Çünkü aile olan onlardı, biz sadece aile taklidi yapıyorduk!
Yanımdaki boşlukla irkilerek uyandım. Bu panik hallerden artık kurtulmam gerekiyordu. Kendime gelip mutfağın yolunu tutmamla, daha Lena'yı göremeden ellerime bırakılan tabaklarla kapıda kalakaldım.
"Günaydın Rob. Tabakları masaya bırakır mısın?"
Tek kelime edemeden hummalı koşuşturmayı izledim. Dante tekrar dolaplara yönelmiş, fincanları çıkarmaya başlamıştı. Sema omlete benzeyen ama ne olduğunu çıkaramadığım bir şeyi pişirmeye çalışıyor, salondan Will'in ciyaklaması yankılanıyordu.
"Kazık gibi dikilecek misin orada? Neredeyse gelirler! Elindekileri ver de bir duş al istersen hâlâ uyuyorsun."
"Hâlâ uyuyor olsam iyi olur. Aksi takdirde az önce kazık diye seslendiğinin ben olduğumu düşüneceğim."
"Bu sabah neşeni neye borçluyuz Rob, uyku mu tutmadı? Ya da dur tahmin edeyim her sabah böylesin değil mi?"
Sabaha karşı ancak uyuyabilmiştim ve meleğimi hâlâ görememiş olmanın gerginliği de üzerine eklenmişti. Homurdanarak tabakları uzattım.