** TARİHİ KURGU DEĞİL CANLAR.
GİRİŞ BÖLÜMÜ 1960'LARDAN BİR KESİT SADECE.
BUNUN NEDENİNİ KİTABIN ORTALARINDA GÖRECEKSİNİZ.
GİRİŞ BÖLÜMÜ SONRASI 2012 YILINDAN, HİKÂYENİN YAZILDIĞI YILDAN DEVAM EDİYOR.**
18 Şubat 1961 gecesi ayrı düşen aşıkların yüre...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Burada geçireceğim bir ayın, umduğumdan çok daha zor olacağı daha ikinci günden kendini belli etmişti. Ekibimle tanışmış, daha çalışmaya başlayalı bir saat kadar olmuştu ki, Arda çalıştığımız masada kulağıma doğru eğildi.
"Defne, çaktırma ama kapı aralığında Bay Ross var."
Yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım renk vermemek için ama derinlerden gelen sessiz inleyişime engel olamadım. "Daha ilk günden mi ama ya!"
"Bu takip İtalya'dan beri devam mı ediyor?" dediğinde bir an donakaldım. Ne biliyordu bu?
"Hangi takip Arda?"
"Yapma Defne! Ben büyük patronun asistanıyım unuttun mu? Onun bildiği her şeyden haberim oluyor. Kör de değilim ayrıca."
Bu açıklama yeterince iyiydi ama söyleyişinde bir tuhaflık vardı sanki ya da ben gerildiğim için saçmalıyordum. O yüzden üzerinde durmamaya karar verdim. Bunu onunla konuşacak değildim! "Arda bu konudan hiç bahsetmesek olur mu? Lütfen." Başıyla onaylayınca devam ettim. Madem kısıtlı da olsa her şeyden haberdardı, ondan yardım alabilirdim. "Senden bir ricam olacak. Burada geçirdiğim süre boyunca, Bay Ross'la mümkün olduğunca az karşılaşmak istiyorum ama bunu tek başıma yapamam."
Gelişimin üzerinden geçen bir hafta boyunca özenli davranarak, Lucas'la karşılaşmamayı başarmıştım. Tabi Arda'nın da yardımları büyük oldu. Ona insanların bakışlarından duyduğum rahatsızlığı ve Lucas'la karşılaşmaktan kaçmak istediğimi anlatınca, ekiple beraber bir çeşit seferberliğe geçilmişti.
Şirket içinde yalnız bırakmamaya özen gösteriyorlar, gün içinde de bize ayrılan salonda oluyorduk. Giriş-çıkış saatlerimiz genelde diğerleriyle uyuşmuyordu. Mümkün olduğunca plansız hareket ettiğimizden ilk günler sorunsuz geçti.
Bu birlikte geçirilen uzun saatlerin en iyi yanı, ekip olarak yakınlaşma fırsatıydı. Ben, Arda, teknisyenimiz Brad ve asistanımız Emily (Lily) çok güzel bir arkadaşlık kurmuştuk. Çalışırken aynı zamanda bolca da eğleniyorduk. Belirli çalışma saatlerinin olmamasını, yararımıza kullanmaktan çekinmiyor, bunaldıkça bir şeyler yemek için ya da sırf hava almak için kahvelerimizi alıp yürüyüşe çıkıyorduk.
Gecelerim bitmek tükenmek bilmeden akan gözyaşlarımla, günlerimse bu halimi kimsenin fark etmemesini sağlamakla geçiyordu. Bunca özene rağmen, şirkette benimle ilgili dedikodular biteceğe benzemiyordu ama çocukların sayesinde bir süre sonra eski-yeni dedikodularla ilgili dalga geçmeye, kahkahalarla gülmeye başlamıştık. Herkes bir yana –o kıza ne yapmış olabileceğimi hiç bilmesem de– Daisy durmadan bir şeyler üretiyordu. Eh, biz de intikamını kızı türlü ayak işlerine koşturarak alıyorduk.
Özellikle Brad isteklerinde resmen sınır tanımıyordu.
Hafta sonunu Will'in ailesiyle geçirmek için davet edilmiştik ama Will'in işleri çıkınca tek başıma da olsa gitmeye karar vermiştim. Cuma günü şirket çıkışında gönderdikleri araçla hemen yola koyuldum. Will'in ailesi, şehrin biraz dışında ama cennet gibi bir yerde yaşıyorlardı. Geldiğimde mutlaka onları ziyaret edeceğim için, büyükannemle birlikte hazırladığımız hediyeler de yanımdaydı. Hannah, el işi yapmayı hobi edinmişti şu sıralar. Biz de ona yanlarında ayrıntılı tarifleriyle birlikte örnekler ve gerekli malzemelerin olduğu koca bir çanta yapmıştık. Özellikle danteller çok ilgisini çekti. Neredeyse bütün akşam ona bildiğim kadarıyla öğreterek geçirdim. Ertesi gün Simon ve ben balığa gitmek üzere hazırlanırken, beceriksiz öğretmenliğime rağmen çoktan ilerletmişti bile.