ŞEHADET - Vatan için / 11

925 88 8
                                    

OLCAY

"Abi!"

Onun sesinden o kadar uzun zaman olmuştu ki bunu duymayalı olduğum yere mıhlandım. Yabancılamıştı. Yine de omurgamdan aşağı tatlı bir ne yapmam gerektiğini bilmemenin telaşı indi. Duygu karmaşası içerisinde sürüklenirken ona doğru döndüm. Donakalmıştı. Dilinin filtresi onu başarısızlığa uğratmış ve içinden geçirdiği kelime ağzından izin almadan çıkıvermiş olmalıydı. Fakat bu duruma kızgın değildi. Şaşırmıştı, çekinmişti, belki korkmuştu ama kızmamıştı abi deyişine. Özlemişti çünkü özlendiği kadar...

Hırıltılı bir sesle "Annemin," dedi ve boğazını hızlıca temizledi. "Annemin arabası otoparkta. Onunla gidelim." Bu kendinden daha emin bir sesti. Tek bir kelimesiyle uçup giden öfkeme tutunmadan Doğukan'ın peşine takıldım. Beraber otoparka doğru yürüdük. Loş ışıklar altındaki arabaların yanından yavaşça geçerken hala kulaklarımda 'Abi' sesi yankılanıyordu. Meğer ne kadar ihtiyacım varmış bunu duymaya.

"Kullanmak ister misin?"

Sorusuna cevap niteliğinde sağ ön kapıyı açtım ve yolcu koltuğuna kuruldum. Gözüme ilk ilişen dikiz aynasına takılı olan fotoğraf oldu. Sanki öpüp koklanmaktan yıpranmıştı. Babamın hayatta olduğu bir bayram çekildiğimiz kare, geçmişe aitti. Fakat hissettirdikleri hala geçmemişti. Acıtıyordu. Fakat o anlarda dördümüzün de gözlerine ışıltı yerleşmişti. Birlikte olmaktan mutlu olduğumuz, böyle bir aileye sahip olmaktan gurur duyduğumuz, farklı bir pırıltıydı. Aygül küçücüktü. Onu dizginlemeye çalışan annemin saçlarında henüz aklar yoktu. Babam, yüz metre öteden bile anlaşılacak askeri duruşuna tezat bir şekilde gülümsüyordu. Kucağındaki henüz bıyıkları bile çıkmamış Doğukan, resmen birebir kopyasıydı. Ben ise...

"Bayramlar bu fotoğrafa kadar güzeldi."

Bakışlarımı takip ettiğini anladığım kardeşim, arabayı çalıştırdı. Haklıydı. Bu kare bizim birlikte olduğumuz son bayramımızdı. O an bu günleri yaşayacağımızı bilseydik, böyle mutlu olabilir miydik diye düşünmeden edemedim. Belli ki annem için anı kaçırmak, yokluk acısının yanında önemsiz bir detaydı. Şimdi ki zamanının içine geçmişini hapsetmişti. O günlere olan özlemi, şu anın mutluluğunu katlediyordu. Birlikteyken mutlu olduğumuz son anısını, her anına esir etmek için gözünden ayırmıyordu. Bu şekilde yaşamak insanı yorardı. Annemin kar beyaza dönen saçları, yorgun çehresi, dalgın gözleri şimdi daha da anlam bulmuştu işte.

Listedeki eksikleri tamamlamak için yola koyulduk. Aramızda giderek azalan sözcükler bütünüyle kesildi ve arabaya ağır, soğuk bir sessizlik çöktü. Doğukan'ın yüz hatları, ilk gördüğüm andaki gibi ciddileşmişti. Tahminimce önümüzde sallanıp duran fotoğraf ona başka şeyler çağrıştırıyordu. Yokluğum da bunlardan biri olmalıydı. Kasılan çenesine rağmen kaygısız bir ifadeye bürünmeyi başardığı gözlerinden soru işaretleri okunuyordu. Cevap bulmayı bekleyen sorular...

"Sor hadi."

Sessizliğimin aramızdaki ilişkiyi daha fazla zedelediğimin farkındaydım. Fakat görevim gereği susmak zorundaydım ama bu gece değil. Bu gece neyi merak ediyorsa öğrenecekti.

"Yüzünü karartmana neden olan ne varsa, sor gitsin."

Afalladı. Benden böyle bir şey duymaya alışık değildi. Doğru duyup duymadığını teyit etmek istercesine baktı. Koltukta biraz daha yayıldım ve önümdeki sokak lambalarının aydınlattığı yolu izlemeye koyuldum. "Bu gece sana açık çek. Merak ettiğin ne varsa sor," dememle hafifçe kaşları çatıldı. Haklı olarak bu konuşmamın altında bir şeyler arıyordu.

"Seninle düşman olmaktan yoruldum."

Doğukan gözünü yoldan ayırmadı. Sanki karanlığın içindeki bir noktaya bakarken dalmıştı. Bakıyordu ama görüp görmediğine şüphe duyduracak kadar tepkisiz duruyordu. Bir anda derin ve bir o kadar anlamlı bir iç çekti. Sayıklar gibi dudaklarından dökülen kelimeler "Biz düşman olamayız," idi. Ürperdim. Zihninin içinden ne geçiyorsa onu yaşadığını hissediyordum. Bir anda yolu bırakıp bana baktı.

"Neden Hakkari'deydin?"

Sormaması gereken en önemli soruya nokta atışı yaptı. Söz ağızdan bir kere çıktığı için ona güvenmekten başka çarem yoktu. Her detayı bilmese de bir anda Suriye'den Hakkari'ye gitme nedenimi öğrenecekti.

"Görevlendirildim."

"Ne için?"

"Babamın yarım bıraktığı işi tamamlamak için."

Yaptığı ani fren, tekerlekleri kilitledi. O güçlü sesin ardından asfaltın acı çığlıkları duyuldu. Birkaç küfür mırıldanırken yan aynalarından arkayı kontrol ettim. Bize en yakın araç en az 10 metre uzağımızdaydı. Trafiğin yoğun olduğu bir saatte olmadığımız için şanslıydık. Doğukan arabayı gazı tekrar köklediği gibi sağa çekti. Savrulmamak için kendimi kastım. Fakat bu vurdumduymazlığına sinirlenmeye başlamıştım.

"Ne yapıyorsun lan?"

"Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?"

Sanki bu arabadaki büyük oymuşçasına azarlayan bir tonla konuştu. Yaşadığı şok, korkudan besleniyordu. Saygısızlığına göz yumma nedenim buydu. Onu terslemek yerine sakinleştirmek isteme nedenim de bundan kaynaklıydı. Yine de sesimdeki sertliği ya da çenemin savunmacı bir şekilde kasılmasını engelleyemedim.

"Görev her şeyden önce gelir. Bunu en iyi sen biliyorsun."

"Canından değil."

Sözleri arabanın içinde soluduğumuz havaya bıçak gibi saplandı. Çenem kasıldı. Sanki son cümlesini dişlerimin arasında un ufak etmek ister gibi sıktım. Duymamış olmayı dilerdim. Vatanın her bir köşesi için canım fedaydı. Babama ise ölüm bile...

"Ve şunu biliyorum, eğer seni şu kadarcık tanıyorsam," derken işaret parmağındaki minik bir yeri gözüme soktu. "Bu görevi sen istemişsindir." Kelimelerin üzerine basa basa vurguladı. Nefretini daha öncede hissetmiştim ama bu kadarı onun yüreği için bile çoktu. Ne söylersem söyleyeyim, nefesimi boşa harcayacağımı bildiğim için sustum. Söylediğine itiraz etmediğim için sinirli bir kahkaha attı. Sertçe direksiyona vurmasıyla korna çaldı.

"Bize aynı acıyı ikinci kez yaşatmayı göze aldığına inanamıyorum."

Kendimi yatıştırmaya gerek duymadan her an bir öfke patlamasına maruz kalacağımı hissettiren sesi, gittikçe yükseliyordu. Bu mesleğin içinde değilmiş gibi konuşmasını aile bağlarımıza verdim. Yine de şansını fazla zorlamasa iyi olurdu.

"Şehit olmak istiyorsan ol! Git ol! Ama orada değil. O adamların elinde değil!" 

Bir anda sessizliğe gömüldü. İfadesi sirke satıyordu. Sanırım bu kelimeleri dillendirmek ağzında acı bir tat bırakmıştı. Ortam o kadar sessizleşti ki göğsünün içinde atan kalp atışlarını duymaya başladım.

Çok hızlıydı.

Soluk alış verişine eş değerdi.

Doğukan Ankara gecelerinin sert ayazına rağmen camı araladı. Soğuk, en yakın arkadaşımız gibi içeri daldı ve ürperten kollarını bize sardı. Bu esinti yetmemiş gibi yolun ortasında arabadan indi. Ne zamandır içtiğini bilmediğim sigara paketini cebinden çıkardı. Bir tanesini dudaklarına kıstırdı. Titreyen ellerinin verdiği çabuklukla, ceplerinde çakmağını aradı. Onu izlediğimi fark etti ve sırtını bana dönerek arabaya yasladı. Kısa bir süre sonra yükselen duman, sıcak nefesinden değil yanan tütün parçalarından ötürüydü. Kokusu, aralık olan camdan arabanın içine sızdı. Gülümsedim. En azından ciğerlerinin içine sıçan, hakkını veren kalitedeki bir markaydı.

Yanımızdan son sürat geçen arabalar, kornalarına abanmıştı. Haklıydılar. Gecenin bir körü, kazaya davetiye vermişçesine buluşacağımız yerde bekliyorduk. 'Gidelim' demenin kızgın dalgalar arasında boşa kürek çakmak olduğunu biliyordum. Aldığı haberi hazmetmeden geri gelmeyeceğini de.

Arabada sorun var izlenimi verebilmek için dörtlüleri yaktım. Doğukan başını hafifçe farlara doğru çevirdi. Tamamen refleksten ötürü gelen bir hareketti ama onu kendine de getirmişe benziyordu. Tekrar önüne dönerken arabaya yaslanmayı kesti. Sigara izmaritinde yanan son külü parmaklarıyla düşürdü. Ardından iki parmağı arasında görünmeze doğru fırlattı. Şoför koltuğundaki yerini aldı. Benimle göz teması kurmadı. Dörtlüyü kapattı ve gazı kökledi.

"Bana aklından geçen her şeyi anlatacaksın. Ama önce annemin istediklerini halledeceğiz."

* *


ŞEHADETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin